25 Temmuz 2025 Cuma

Veysel Baran yazdı | ML komünist parti açıklamasını kim hangi görüş açısından eleştirdi- 2

Durum böylesine açıkken, Veysi Sarısözen neden açıklamanın ulusal demokratik hareketin "'mücadeleye son' diyerek, kendini yok eden bir eğilim gösterdiği" iddiasında bulunduğunu, bunun için "tasfiyecilik" nitelemesi yaptığı iddiasını ileri sürebiliyor? Çarpıtmaya neden ihtiyaç duyuyor? Neden bir parça dürüst olma gücü gösteremiyor? "İttifak zemini ulusal demokratik ve genel demokratik hak ve özgürlüklerdir" denmesine rağmen, nasıl oluyor da "ittifak" sözcüğünü ciddiye almakta zorlanırım gibi saygısız, ciddiyetsiz, sorumsuz sözler edebiliyor?

Veysi Sarısözen 26 Mayıs'taki "Parti hareket diyalektiği" başlıklı yazıdan itibaren, "Barış ve demokratik toplum çağrısı", PKK 12. Kongre kararları ile her iki konuya dair açıklama ve değerlendirmelerden hareketle yazdığı değişik makalelerde çokça spekülasyon yaptı. Bunu dünya devrim deneylerine kadar genişletti.

Veysi Sarısözen kerametin bir partinin veya örgütün harekete dönüşüp dönüşmemesinde olduğu iddiasıyla bugün devrimci örgütlerin tasfiyecilik yaşamaya açık olduğunu, fakat örneğin hareket niteliği kazandığı için PKK'nin bundan muaf bulunduğunu iddia etti.

Mevcut "sosyalist hareketi" bir hiç olarak gördüğünü söyleme kahramanlığı sergileyen Veysi Sarısözen, kitlesellik ("hareket") gerçeği inkar edilemeyecek '74-80 dönemi için "yine de, tüm sosyalist hareket darbe öncesi büyük bir halk hareketine dayanıyordu" deme sınırını aşamadı. Dili, "sosyalist hareket"in herhangi bir parçasının "hareket"e dönüştüğünü söylemeye varmadı. Çünkü o durumda, birer harekete dönüşmüş örgütlerin, partilerin tasfiyeciliğe sürüklenmesi açıklanamaz hale geliyor. Bu görüş açısıyla tartışırken, '70'li yıllarda faşist diktatörlüğe ve sivil faşist MHP-Ülkü Ocakları'na karşı mücadelenin seyircisi ve "goşizm", "anarşizm", "maceracılık" korkuluğu olmayı seçmiş TKP'nin, 12 Eylül darbesi önlenebilseydi, "sınıfsal hareketin partisi" olacağı iddiasında bulunmayı da ihmal etmiyor.

Mükemmel bir tarih yazıcısı olarak, Marks ve Lenin'in devlet, devrim, parti, proletarya diktatörlüğünün zorunluluğu, yeni insan ve yeni toplum konularındaki tez, görüş ve öngörülerinin zamanını doldurduğunu tarihsel deneyimlerin dersi olarak kayıtlara geçiyor. Bu çıkmaz sokakta ısrardan vazgeçmek öğüdü dışında, yeni insanın kapitalist-emperyalist devletler ve toplumlar içindeki eğitsel, örgütsel çalışmalarla ortaya çıkarılmasını, aksi halde bunun devrim sonrasında başarılamayacağını, deneylerin bunu gösterdiğini iddia ediyor.

Veysi Sarısözen, Lenin-Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliği'nin yalnızca Çarlık Rusyası ve sömürgelerindeki halklara değil, emekçi dünya insanlığına kazandırdıklarının ve başardıklarının on binde birine yaklaşan bir başarı ortaya çıkmamışken, en kibirlisinden bir küçümseyicilikle konuşuyor. 20. yüzyıla baktığında ufku kararan, orada esasen yenilgi ve başarısızlık gören bir akılla teorik-ideolojik-siyasi yol göstericiliğe soyunuyor.

Sovyetler Birliği'nin Gorbaçov kılavuzluğundaki SBKP tarafından yıkılıp dağıtılması, 20. Kongre ve Kruşçevizm etrafında toplanan partilerin yönettiği devletlerin aynı akıbete uğratılmasının yarattığı ideolojik karmaşa ve siyasi ruh hali dışında, dünyada oluşan yeni politik koşulların 1989-1993 sürecinde devrimci harekette yol açtığı ideolojik-siyasi tasfiyeciliğe, bunun hangi tezler ve iddialarla geliştirildiğine tek bir yazıda olsun değinmiyor. Mesela, 12 Eylül faşist darbesinin ve Gorbaçov'un kılavuzluk ettiği dünya kapitalizmiyle birleşme pratiğinin cenderesi içinde geliştirilen Kuruçeşme keşiflerinin, Kuruçeşme çözümlerinin bir değerlendirmesini yapmayı gündemleştirmiyor. ÖDP'nin ideolojik-siyasi tasfiyeciliğin eseri olup olmadığını tartışma eğilimi göstermiyor. Ve bütün bunlardan öte insan Gorbaçov'un tezleri konusunda acaba Veysi Sarısözen TKP'de itirazcı bir siyasi aktör müydü diye merak ediyor. TKP'nin örgütsel olarak dağıtılmasını önlemek için neler yaptığını da duymak istiyor. Devrimci harekete suç ve günah paylaştırmak yerine, neden kimi somut gerçeklerin deneylerini aktarmadığı; "parti yenilir, hareket yenilmez" tezini neden dünyanın değişik köşelerinde ortaya çıkmış gerçeklerle yüzleştirmeyi akıl edemediği sorusunu sormadan edemiyor.

Bunlar bir kenarda dursun. Bu kısa tutulması gereken yazıda, Veysi Sarısözen'in "Uyarını yap pratiğe bak" başlıklı makalesinde 2025/6 numaralı açıklama etrafında yürüttüğü kimi tartışmaları, öne sürdüğü iddiaları ele alalım.

Veysi Sarısözen'in açıklamaya dair tezleri şunlar:
1) Bölgesel devrimci gelişmenin merkezi Bakur değil, Rojava'dır. Bakur'dan eylemin ve örgütün yöntemi ve biçimi anlamında "geri çekilmek" tutumu Rojava devrimini koruma amaçlı bir manevradır. Açıklama bunları göremiyor.
2) Açıklamada tehlikelere karşı uyarma ve eleştirme yok, yolları ayıracak bir hüküm var.
3) Açıklama, 12. Kongre kararlarıyla ulusal hareketin "'mücadeleye son' diyerek, kendini yok eden bir eğilim gösterdiği" iddiasındadır.
4) Açıklama savaş ilanıdır. Oysa, "komünistin görevi, bu kararın başarılı olması, Türkiye'de demokratikleşmeye yol açması, açtığı ölçüde devrimci süreci devrime yaklaştırması için çalışmaktır".
5) Açıklamayla, ulusal demokratik hareketle devrimci sosyalist hareket arasında ittifak zemini ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla "metnin son maddesindeki" ittifak vurgusu anlamsızdır.

Peki bunlar nesnel, haklı, yerinde saptamalar, isabetli değerlendirmeler midir?

Birkaç maddede inceleyelim:
1) Komünist basını, açıklamaları, değerlendirmeleri izleyen devrimcilerin, antifaşistlerin, antisömürgecilerin, ilericilerin bildiği gibi, marksist leninist komünistler 20 Temmuz 2015'teki Suruç katliamını ve 24 Temmuz'da Kandil de içinde olmak üzere Medya Savunma Alanları'nın çok geniş ve yoğun biçimde bombalanmasını faşist saray darbesinin ilanı ve yeni bir siyasi dönemin başlangıcı olarak değerlendirdiler. 10 yıl önce yapılan bu değerlendirme, savaşın bu yeni döneminin iki taraftan birinin, inkarcı sömürgeciliğin veya ulusal demokratik hareketin iradesi kırılmadan sonlanmayacağını öngörüyordu. Bu uzun özel savaş döneminin kritik veya kader belirleyici bir safhasında ortaya çıkan bölgesel gelişmeler, durumu bir ölçüde farklılaştırdı ve asıl isteği, "Tamil çözümü" olan faşist inkarcı sömürgeciliği silahlı mücadeleye son verilmesi koşuluyla bir uzlaşma arayışına itti. Faşist şefin "ya silahlarını gömecekler ya silahlarıyla gömülecekler" küstahlığı bunun ifadesiydi. Gelişmeler biliniyor. Sonuç silahlı mücadeleye son verme ve PKK'yi feshetme karşılığında faşist inkarcı sömürgeciliğin sürece yayılmış biçimde kısmi tavizlerde bulunma vaadidir.

İkincisi, marksist leninist komünistlerin Rojava devrimini görüp anlayan, daha 2012 yazında onunla komünist ve sosyalist yurtsever görüş açısıyla pratik biçimde ilişkilenen, bugüne değin savunma ve inşa çalışmalarına kan ve ter akıtan görüş ve pratikleri, enternasyonal desteğin örgütlenmesi için sergiledikleri emek kimse için sır değil. Hiçbir söz yığını ve hiçbir arsız demagoji bunların üstünü örtemez.

Marksist leninist komünistlerin faşist inkarcı sömürgecilik, bölgesel sömürgeciler, emperyalistler ve gerici odaklar karşısındaki duruşunda hiçbir değişiklik yok. Kürt ulusunun kaderini tayin, ulusal eşitlik, özgürlük ve birlik hakkı konusundaki ilkesel görüşlerini koruyorlar.

Ulusal demokratik hareketin adil ve demokratik barış hakkı konusunda da bir kafa karışıklığı söz konusu değil. Bu, yazılardan, açıklamalardan görülüyor.

Marksist leninist komünistlerin ulusal demokratik hareketin, düşmanla pratik durumun zorunlu kıldığı geçici, sınırlı, koşullu anlaşmalar, uzlaşmalar yapmasının politik mücadelenin bir parçası olduğunu bilen bir akla ve deneye sahip olduğu her nesnel incelemecinin saptayabileceği bir gerçektir.

Veysi Sarısözen'in, Bakur'un bölgesel devrimci sürecin merkezi olmaktan çıktığı, bu bayrağın Rojava'ya geçtiği yanlış saptaması bir yana, demek ki komünistler için mesele, Rojava devriminin kurtarılması için Bakur'da geri çekilme tartışması değildir. Bunu görebilmek, anlayabilmek için açıklamaya, eleştiri ve değerlendirmelere bir parça nesnel yaklaşabilmek bile yeterlidir.

"Tasfiyecilik" ve "reformizm" nitelemesinin, yeni bir taktiğe değil, bir tutumun ve görüşün ilke düzeyinde genelleştirilmesine yönelik olduğu açıklamanın 3. maddesinde açık seçiktir. Nedir o yeni ilke: Yeni tarihsel dönemde devrimle egemen sınıfları alaşağı etme, sömürgeciliği kovma stratejisi geçerliliğini kaybetmiştir. Devrimci zor, silahlı mücadele dönemi kapanmıştır. Devrimci bir iktidar kurma hedefi terk edilmelidir. Düzen veya sömürgecilik koşullarında toplumun ve devletin dönüştürülmesini hedefleyen bir strateji esas alınmalıdır.

Marksist leninist komünistler bunları devlet, sömürgecilik, devrim, devrimci iktidar sorunlarının yanlış biçimde ele alınması ve programatik açıdan geriye gidiş olarak görüyorlar. Elbette değişik teorik-ideolojik görüşler, siyasi stratejiler hakkındaki son sözü hayat ve tarih söyleyecektir. Kimsenin marksist-leninist olma, bilimsel sosyalizmi savunma zorunluluğu bulunmuyor. 20. yüzyıl boyunca, hele de 21. yüzyılda marksizm-leninizmden hareket etmeyen ya da onu günün koşullarına göre düzeltme, geliştirme, aşma iddiasıyla pek çok yeni teorik, ideolojik tez, siyasi strateji öne sürüldü, sürülecektir. Bu nasıl meşruysa, bunları eleştirmek de meşrudur.

Veysi Sarısözen'in eleştiri hakkına ipotek koymayı kendinde hak görme, devrimci tartışmayı çarpıtma, günah ilan etme, düşmanlaştırıcı bir çabayla cevaplama tavrı bu gerçeği ortadan kaldırmaz.

2) Açıklamanın 8. maddesinde, "12. Kongrenin, yasal, barışçıl zeminde örgütlenecek ulusal demokratik güçlerin kararlı bir politik mücadeleye seferber edileceği açıklamalarının öznel içtenliğinden tereddüt duymuyoruz; yasal, fiili meşru zeminde bir halk dinamizminin geliştirileceğine inanıyoruz" deniyor.

Aynı maddede, "Yeni yapılanmayla, ulusal demokratik ve genel demokratik hak ve özgürlükler zemininde ittifak görüş açısını koruyoruz. Böyle bir hatta hareket edeceğiz" deniyor.

Durum böylesine açıkken, Veysi Sarısözen neden açıklamanın ulusal demokratik hareketin "'mücadeleye son' diyerek, kendini yok eden bir eğilim gösterdiği" iddiasında bulunduğunu, bunun için "tasfiyecilik" nitelemesi yaptığı iddiasını ileri sürebiliyor? Çarpıtmaya neden ihtiyaç duyuyor? Neden bir parça dürüst olma gücü gösteremiyor? "İttifak zemini ulusal demokratik ve genel demokratik hak ve özgürlüklerdir" denmesine rağmen, nasıl oluyor da "ittifak" sözcüğünü ciddiye almakta zorlanırım gibi saygısız, ciddiyetsiz, sorumsuz sözler edebiliyor?

3) Modern revizyonist zihniyetten ve entrikacılıktan kopuşmamış olduğu görülen, ilkesel iki konuda devrimci üslupla yapılmış eleştiriler hakkında "savaş ilanı" gibi provokatif bir nitelemede bulunan Veysi Sarısözen, "akil kişi" olarak şöyle buyuruyor: "Komünistin görevi, bu kararın başarılı olması, Türkiye'de demokratikleşmeye yol açması, açtığı ölçüde devrimci süreci devrime yaklaştırması için çalışmaktır."

"Kararın başarılı" olması gibi oportünist bir genellemeyi bir yana bırakırsak, Marksist Leninist Komünist Parti'nin (MLKP) 2025/2 numaralı açıklamasında şunu okuyoruz:
"Kürt halkının ulusal özgürlük, eşitlik ve ulusal birlik hakkının vazgeçilmezliği görüşümüzü sımsıkı koruyarak, 'Barış ve demokratik toplum çağrısı'yla hedeflenen ulusal demokratik talepleri desteklediğimizi ilan ediyoruz. (...) ezilen milyonları faşist sömürgeci Tayyip Erdoğan yönetiminin derhal ateşkes ilan etmesi, Abdullah Öcalan'ı ve politik tutsakları serbest bırakması, sömürgeci saldırıları durdurması, Rojava ve Başûr işgallerine son vermesi, Kürt ulusal varlığını ve anadilde eğitim hakkını anayasal ve yasal biçimde kabul etmesi, faşist sömürgeci 'Terörle Mücadele Kanununu yürürlükten kaldırması talepleri için birleşik mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz."

Veysi Sarısözen'in gündemleştirdiği 2025/6 numaralı açıklamada da işçilere ve ezilenlere, "Kürt ulusunun varlığının ve anadilde eğitim hakkının resmen tanınması, Abdullah Öcalan'ın ve tüm savaş esirlerinin, devrimci, antifaşist politik tutsakların serbest bırakılması; koşulsuz ateşkes ilan edilmesi; terörle mücadele kanunu adlı faşist yasanın iptali; jitem, özel tim, koruculuk gibi faşist sömürgeci kirli savaş örgütlerinin dağıtılması; faşist devlet güçlerince kaybedilen devrimcilerin, yurtseverlerin, demokratların gömüldükleri yerlerin açıklanması; Rojava ve Başûr işgallerine derhal son verilmesi için mücadeleyi yükseltme" çağrısı yapıldığını görüyoruz.

Bu görüş, tavır ve çağrılarda bir belirsizlik, muğlaklık var mı?

Öyleyse Veysi Sarısözen'in yalan dolana başvurması neden?

Bunun mücadeleye nasıl bir yararı var?