23 Temmuz 2025 Çarşamba

Metin Botan yazdı | Suriye: ABD emperyalizminin yeni laboratuvarı

Süveyda direnişi bu anlamıyla tarihseldir. Direnişin ve halklar arasındaki dayanışmanın gerekliğini ve zorunluluğunu göstermiştir. Emperyalist kuşatmaya, gerici iç savaşlara, faşist işgallere, halk düşmanı politikalara karşı halkların, ezilenlerin, birleşerek, örgütlenerek, silahlanarak, özsavunmalarını alarak başarabileceklerini gösteren en yalın örneklerden birisi oldu Süveyda direnişi.

Suriye'de şu an yaşanan ve bundan sonraki süreçte de yaşanacakları doğru değerlendirebilmek için şu tespitle başlamak yerinde olur: ABD ve İngiliz emperyalizmi Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve onun DAİŞ ve el Kaide'den devşirdiği şefi Golani ile yürümeye karar vermiştir. Bölgedeki iş birlikçileri olan İsrail, Türkiye, BAE, Katar ve Suudi Arabistan başta olmak üzere bu planın uygulayıcılarıdırlar. İsrail ile Türkiye arasında zaman zaman söylem düzeyinde yaşanılan ya da İsrail'in HTŞ/Golani ile ilgili dile getirilenler; HTŞ'nin askeri güçlerine ve Suriye'nin askeri stratejik altyapısına yaptığı saldırılar kimseyi yanıltmamalı. İsrail'in HTŞ ve Golani ile anlaşmalarına rağmen onu hala güvenilmez buldukları, orta ve uzun vadede özellikle İsrail için tehdit oluşturabileceğini düşündükleri için şimdiden iradesini tam olarak kırmak, her şeyiyle teslim almak ve tam bir işbirlikçi haline getirmek istiyorlar. HTŞ'nin de bir bütün olmadığını, bünyesinde farklı gurupların ve eğilimlerin olduğunu unutmamak gerekir. Emperyalistler, oluşturdukları güç dengesinin bozmaması için HTŞ içinde ve dışındaki eğilimleri ve grupları kendi çıkarları doğrultusunda hizaya sokmak istiyorlar. Bir yandan tam anlamıyla emperyalist tekellerinin hizmetine girmiş bir HTŞ ve Golani, diğer yandan onu merkezde tutmakla birlikte kontrollerinden çıkartmamak için, onu dengeleyecek güç merkezlerine de ihtiyaç duyuyorlar.

Emperyalist ABD'nin ve NATO bloğunun Suriye'ye çökmelerinin stratejik amacı bellidir. En genel hatlarıyla söylersek: İran'ın Akdeniz'e ve batıya açılan yolunu kesmek, onunla ittifak halinde olan devlet, örgüt ve diğer kuvvetleri etkisizleştirmek, İran'ın müttefiki olan Rusya ve Çin'in Ortadoğu'daki egemenliğini ve etkisini sınırlamak, onları bölgesel düzeyde rakip olmaktan çıkartmak, genel olarak da buradan elde edecekleri olanaklarla emperyalist rekabette Rusya ve Çin'e karşı avantaj elde etmek.

Suriye'nin ele geçirilmesi ve orada emperyalistlerin hem bölgesel düzeyde hem de Rus ve Çin emperyalizmine karşı rekabet etme gücünü artırmak için ne kadar önemli bir yerde durduğu anlaşılır. Suriye'nin ele geçirilmesi ve yönetilmesi böylesine stratejik bir değerde ise tabii ki emperyalistlerin HTŞ ve Golani lehine aldıkları kararın nedenlerini anlamak zor olmaz. Kürtlerin, Alevilerin, Dürzilerin, Hristiyanların, sekülerlerin demokratik ve kolektif taleplerinin ötelenmesi ve inkâr edilmesi bundandır. Emperyalist ABD ve NATO bloğu ülkelerin HTŞ ve Türk devletine bağlı çetelerin on binlerce Alevi'yi katletmesine, yurtlarından sürülmesine, bütün varlıklarına el konulmasına neden sesiz kaldıkları anlaşılmaz. Alevilerin yurtları olan Akdeniz ve Liman kentlerinin paylaşılması ve uluslararası tekkelere pazarlanması Alevi halkına uygulanan katliamların görmezden gelinmesine yeterlidir. Çünkü bu bölge emperyalist ve kapitalist devletlerin sermayesi için rant alanıdır. Alevi katliamından öncesi ve sonrası milyarlarca dolarlık yapılan anlaşmaların Alevi katliamı karşısındaki sessizliğin ve onayın nedenini bizlere söylüyor. Keza emperyalistlerin onayı doğrultusunda merkezileştirilmek istenen HTŞ'nin Dürzilere yönelik giriştikleri katliamların da bundan öte bir anlamı yoktur.

Kafaları karıştıran şu sorunun geçerliliği yoktur: O zaman İsrail neden HTŞ'ye saldırıyor? Birbirlerini iyi tanıyorlar. HTŞ, DAİŞ ve el Kaide artıklarından oluşan farklı cihadist örgütlerin toplamından oluşan, bir nevi koalisyonlar birliği olan politik İslamcı faşist bir yapıdır. İsrail, bunun kendileri için ileriki süreçte tehdit oluşturabileceğini biliyor. Politik islamcı faşist yapıların her zaman böyle bir özelliği vardır. Emperyalistler, bu faşist cihadist çeteleri Afganistan'da, Kafkasya'da, Kuzey Afrika'da rakiplerine karşı kullandılar, hala da kullanmaya devam ediyorlar. Bu yüzden HTŞ ve Golani ile emperyalist politikaların uygulanması karşılığında onu iktidara getirdiler. Ama bu güruhların kendilerine karşı bir silaha dönüşebileceklerini de iyi biliyorlar. Ona sınırlarını her fırsatta hatırlatıyor ve çiziyorlar. Sınırlarını aşmayacağı bir program yüklemişler. Sınırı aşma eğilimi gördüklerinde kumandanın kendilerinde olduğunu hatırlatıyorlar. İsrail'in yaptığı budur.

Alevi katliamı ile liman kentleri ele geçirildi. Devamında ne oldu? Sıra Dürzilere geldi. Emperyalistlerin merkezi bir yapıya ihtiyaçları var; ayrıca, emperyalist tekellerinin çıkarlarını uygulayan memurlara da. Halkların demokratik taleplerine bu planda yer yoktur. Emperyalistlerin çıkarları Alevilerin, Dürzilerin katledilmesini gerektiriyorsa yapılır. Bu katliamların cihadist bir yapı mı, burjuva bir devlet mi olup olmadığı önemli değil. Yeri gelir politik İslamcı faşist yapılar kullanılır, yeri gelir seküler yapılar, yeri gelir ulusalcı vb. Örneğin ABD emperyalistlerinin "bizim çocuklar" dediği 12 Eylül askeri faşist darbesini yapanlar kimlerdi ve kimin hizmetinde yaptılar bu katliamları? Binlerce devrimcinin ve Kürdün katledilmesini emperyalist ABD'nin "bizim çocuklar"ı (Kenan Evren) yaptı. Emperyalist ABD'nin bizim çocukları HTŞ ve Golani'dir şimdi.

ABD'nin Türkiye Büyük Elçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olan Tom Barrack'ın açıklamalarını bu eksende ele almak gerekir. Niye "tek ulus, tek ordu, tek devlet" diyor Tom Barrack? Çünkü direktiflerini tek merkezden iletmek ve en hızlı bir biçimde uygulanmasını sağlamak istiyorlar. Bu tesadüf ya da HTŞ'ye ya da Golani'ye özgü seçilmiş bir tercih ya da yöntem değil. Emperyalist küreselleşme döneminde emperyalist tekellerin ihtiyaç duyduğu bir yönetim tarzıdır. Bundan dolayı dünyanın her tarafında emperyalist devletlerin politikalarına aykırı hareket eden bütün güç merkezilerini tasfiye etmek, ezmek, yapabiliyorlarsa ortadan kaldırmak istiyorlar. Artık emperyalist kapitalist sistemin geldiği aşamada, asgari düzeyde bile bir burjuva demokrasisinin uygulanması, ezilenlerin sınırlı da olsa kendi gelecekleri, hakları, coğrafyaları, yaşam alanları hakkında söz söylemeleri emperyalistlerin politikalarının önüne engel olarak çıkıyor. Dolayısıyla, Türkiye'de olduğu gibi dünyanın her yerinde de faşizm yükseliyor. Faşist hareketler destekleniyor. Faşist yapılanmalar ve eğilimler güçleniyor, önü açılıyor. Faşist şeflik rejiminin Türkiye'de uygulamaları da emperyalist devletlerin yönetim tarzının “ bir kopyası” niteliğindedir. Faşist şef Erdoğan her şeyi tek merkezde toplayarak, parlamenter demokrasinin en vasat uygulamasını bile ortadan kaldırdı. Her şeyi tek merkezden, tek kişi üzerinde kararnamelerle yönetir hale getirdi. Bu, ne faşist şef Erdoğan'ın kişisel tercihi ne de tesadüfen gelişmiş bir uygulama. Emperyalist küreselleşme döneminin sermayesinin, dünyanın yeninden en vahşi biçimde paylaşılmasının ve pazarlanmasının onlar için en elverişli yönetim biçimi olmasıdır.

Tom Barrack'ın açıklamalarına bu eksende bakmak gerekir. O emperyalist ABD ve onların tekellerinin temsilcisidir. Onların ekonomik, siyasi çıkarlarını koruyucusu ve uygulayıcısıdır. ABD'nin Türkiye ve Suriye'ye atadığı şerifidir.

Türkiye'ye gelecek olursak. Faşist şeflik rejimi, HTŞ'nin Suriye'nin yönetimine getirilmesi, ona, bölgesel düzeyde ekonomik, siyasi alan açmış ve özel olarak da Kürtlerin bütün kazanımlarının en geri sınırlarına itilmesi olanağını vermiştir. HTŞ'nin İdlib'te özellikle ABD ve Türkiye eliyle beslenip büyütülmüş, zaman zaman Kürtlere karşı kullanılmış ve Suriye'de yönetime getirilmesi için hazırlanmıştır. HTŞ ve Golani kendisine biçilen bu rolü şimdiye kadar oynadı.

Türk devleti bölgesel çıkarları ve yeni Osmanlı hayallerini gerçekleştirmek için dayanak noktası olarak kullanacağı bir argümana ihtiyacı vardı. Bunu ne sınırlı nüfus alanı olan Türkmenlerle ne de besleyip büyüttüğü cetleriyle yapma olanağı yoktu ve bulamadı. Aradığı fırsatı ona HTŞ verdi. Kısmi de olsa bir toplumsal tabanı ve desteği olan, üstelik ABD emperyalizmin yatırım yaptığı bir güç olarak HTŞ arayıp da bulamayacağı bir imkân sundu. Bu nedenlerle HTŞ'ye sınırsız destek verdi. Üstelik buna bir de HTŞ'nin Arap milliyetçiliğini ve Kürt düşmanlığını eklediğimizde desteğin boyutu kendiliğinden anlaşılır. Bütün bu desteğe rağmen, HTŞ, Suriye'de merkezi bir yapı kuramamaktadır. Böyle bir gücü, kapasitesi ve kadro yapısı yoktur. Şimdilik emperyalistlerin ve Türk devletinin sunduğu olanaklar sayesinde iktidarı elinde tutabiliyor. Türk devleti HTŞ'yi tam destekleyerek, Kürtlerin kazanımlarını HTŞ'nin üzerinden engelleyebileceğini, sınırlayabileceğini ve hatta ortadan kaldırabileceğini hesaplıyor. HTŞ'den başka böylesi bir rolü oynayabilecek başka bir güç yok. Nitekim kendisi bile bunu başarmadı.

HTŞ Alevileri katliamdan geçirdi ve büyük bir bölümünü yurtlarında sürdü. Sıra Dürzilere geldi. Ama Dürzilerin zamanında askeri örgütlemelerini kurmaları ve öz savunmalarını güçlendirmeleri HTŞ ve Türk devletinin hedeflerini şimdilik öteledi. HTŞ eğer Süveyda'yı işgal edebilseydi, Dürzileri soykırımdan geçirecek, merkezi iktidarını güçlendirecek ve duraksamadan kesinlikle Kürtlere, Rojava devrimine ve Özerk Yönetim'e saldıracaktı. Faşist Türk devleti zamanında DAİŞ'i cesaretlendirerek, silahlandırarak, her türlü desteği sunarak Kobanê'ye saldırttı ve Rojava devriminin yenilgisinin başlangıcını örgütleyebileceğini murat etti. Eğer Kobanê faşist şef Erdoğan'ın dediği gibi düşseydi 2015'te Rojava devrimi yenilgiyle karşı karşıya kalabilirdi. Bugün aynı politikayı HTŞ üzerinden yapıyor.
Günümüze dönecek olursak. Süveyda direnişi bu anlamıyla tarihseldir. Direnişin ve halklar arasındaki dayanışmanın gerekliğini ve zorunluluğunu göstermiştir. Emperyalist kuşatmaya, gerici iç savaşlara, faşist işgallere, halk düşmanı politikalara karşı halkların, ezilenlerin, birleşerek, örgütlenerek, silahlanarak, öz savunmalarını alarak başarabileceklerini gösteren en yalın örneklerden birisi oldu Süveyda direnişi. Alevi halkının örgütlülüğünün zayıflığı, silahlanmaması ve öz savunmasını oluşturamaması onu katliamdan kurtaramadı. Dürzi halkı doğru yolu gösterdi herkese. Hiç abartısız, Rojava devrimin zaferini ve geleceğini Kobanê direnişi sağladıysa, Süveyda direnişi de aynı şekilde Rojava devrimini ve Özerk Yönetim'in varlığını ve geleceğini koruma, savunma rolü oynadı.

Süveyda halkının Rojava devrimine ve Kürtlere sempati duyması haklı ve yerindedir. Özerk yönetimin halkçı demokratik karakteri ezilen bütün toplumsal kesimlerin sempatisin kazanmakta onların Rojava devrimine yüzünü dönmelerine neden olmaktadır. Ama burada biraz denklemi tersinden de kurmakta fayda var. Süveydalı Dürziler büyük bir direniş göstererek Rojava devriminin koruyucusu ve Özerk Yönetim'in savunucusu olmuşladır aynı zamanda. Süveyda direnişi Rojava devriminin ön cephesi rolünü oynamıştır. Ön cephe düşseydi sıra merkeze (Rojava'ya) gelecekti. Bu hakikati Kürtler ve Rojava devrimi bileşenleri de iyi bilmeliler ve doğru anlamlandırmalıdırlar.

Dürziler Kürtlerin ortaya çıkarttığı değerlere ne kadar sahip çıkıyorsa, Kürtler de Dürzilerin ortaya çıkarttığı değeri görmeli, kavramalı, anlamalıdırlar. Süveyda direnişi, ezilen bütün toplumsal kesimlerin emperyalist ve bölgesel gerici, faşist, despotik diktatörlükler karşısında birleşik mücadele ve savunma hattının örgütlenmesinin gerekliliğinin somut örneğidir. Emperyalistler direniş merkezlerini ezme, etkisizleştirme stratejisi izliyor. İşte Hamas'a, Hizbullah'a, Haşdi Şabi'ye, Enserullah'a karşı uygulanan politika. PKK ise farklı bir yolla sisteme entegre edilmeye çalışıyor. Ezilenlere söylenen şu: ya kendinizi tasfiye edeceksiniz ve teslim olacaksınız ya da biz sizi ezeriz ve tasfiye ederiz!

Emperyalistlerin dünya ölçeğinde devletlere, örgütlere, direniş odaklarına karşı uyguladıkları temel politika bu. Bundan dolayı emperyalistlere karşı devrimci, demokratik, halkçı, özgürlükçü, eşitlikçi, antifaşist, antisömürgeci, antiişgalci direniş merkezleri oluşturmak bunu uygulanabilir kılmak tarihsel önemdedir. Süveyda direnişi bu anlamıyla çok değerli ve önemlidir.

Gerek İsrail ile HTŞ gerek HTŞ ile Dürziler gerek Özerk Yönetim ile Şam arasındaki ateşkesler, anlaşmalar bunların hepsi geçicidir. Hiçbir gücün ve yönetimin kendi varlığını koruması güvencede değildir. Hele HTŞ'nin elindeki Şam yönetimi hiç değildir. HTŞ, Suriye halklarını kapsayacak hiçbir programa, stratejiye sahip değildir. Tam tersi, DAİŞ, el Kaide artıklarından ve Türkiye destekli katliamcı, faşist, tecavüzcü, insanlık, kadın düşmanı cihadist cetlerden oluşan bir güruhlar toplamıdır. Emperyalistler bunlarla çıkarları elverdiği ölçüde yürüyecek ve destekleyeceklerdir, şimdi oluğu gibi. Ama bunun güvencesi de yoktur. İsrail'in HTŞ ve Şam yönetimine saldırılarının bir yönü de budur. Halklar soykırım ve katliam tehlikesiyle karşı karşıya kalmaya devam edecektir. Kürt halkı en örgütlü ve silahlı yapıdır. Bir deneyim de biriktirdi. Doğrudur. Ama bölgesel özellikleri dikkate aldığımızda işte Süveyda halkına karşı çetelerin ve bazı gerici aşiretlerin nasıl seferber olduklarını gördük. Üstelik bunu Kürtler ve Rojava devrimine ve Özerk Yönetim'ine karşı yapıldığını düşündüğümüzde Rojava devrimini çok büyük bir riskin beklediğini görebiliriz. Arap halkı Derazor, Rakka gibi yerlerde büyük çoğunluğu oluşturmakta ve burada gerek Türk devletinin gerek Suudi Arabistan ve diğer Arap devletlerinin kendi çıkarları doğrultusunda aşiretleri nasıl finanse ettiklerini, desteklediklerini ve silahlandırdıklarını biliyoruz. Bu kuvvetlerin Özerk Yönetim'e karşı saldırması için hazırlandığını biliyoruz. Süveyda düşseydi ve amaçlarına ulaşmış olsalardı sıra Özerk Yönetim'e ve Rojava devrimine geleceği çok açıktır. Rojava devrimi bu anlamıyla büyük bir güncel risk altındadır.

Tom Barrack Rojava'daki Kürtler de sisteme entegre olacaksın diyor. Ne demek bu? Kolektif bütün haklarından, kazanımlarından, isteklerinden vazgeçeceksin. Kendini Şam yönetimine, HTŞ'ye teslim edeceksin. Peki olmazsa ne olur? HTŞ'nin kapsama alanı genişletilir. Tıpkı Alevilere yaptıkları katliamlar gibi Kürlere de saldırtılır. Türk devletinin eli serbest bırakılır. Ona bağlı çeteler ve Suriye'deki kontra örgütlenmesi devreye sokulur. Arap aşiretleri ayaklandırılır. Rojava devrimi yıkılır. Özerk Yönetim yok edilir. Kürtler katliamdan geçirilir. Tom Barrack'ın Özerk Yönetim'e ve Kürtlere sunduğu tercih bu.

En önemli görev halkın örgütlenmesi, öz savunmasının oluşturulması halkın silahlandırılması ve askeri kuvvetlerin üst düzeyde niteliğinin güçlendirilmesidir. Bununla birlikte en az bunun kadar önemli olan halkların, ezilenlerin, tıpkı Dürzi halkı gibi Kürt halkıyla Rojava devrimiyle, Özerk Yönetim'le manevi, politik, örgütsel bağını güçlendirmek halklar arasındaki dayanışma ve birliği geliştirmek olmalıdır. Rojava devrimini koruyacak ve savunacak bu bakış açısı ve buna bağılı yürütülecek politikalar olacaktır.