28 Temmuz 2025 Pazartesi

'Ekolojik yıkıma karşı mücadelenin sınıfsal temeli açığa çıkarılmalı'

Orman yangınının söndürme araçlarının ve yakıtların şirketlerden ve taşeronlardan temin edilmesi, OGM'nin mevcut bütçesini yangın önlemeye değil faize yatırması, yaşama karşı işleyen devlet-şirket yapısının yüzünü bir kez daha ortaya çıkardığını kaydeden Polen Ekoloji'den Sever, orman yangınlarının "ne yalnızca doğa meselesi, ne de sadece bir iş güvenliği sorunu" olduğunu vurguladı. "Bu yangınlar, yalnızca rant uğruna yakılan ormanların değil, işçi sağlığını ve yaşamını hiçe sayan derin bir sistem krizinin çarpıcı sembolüdür" diyen Sever, çözümün doğayı ve emeği savunan, yerinden katılımcı, planlı ve sınıfsal bir politik hattın inşasında yattığının altını çizdi. 

Ülkenin birçok noktasında orman yangınları yaşanıyor. Kimi yerlerde yangınlar birkaç saat içerisinde kontrol altına alınırken, Bursa'da Karabük'te olduğu gibi günlerce sürüyor, rüzgarın etkisiyle alevler yerleşim yerlerine kadar uzanıyor.

Orman yangınları bir afet. İklim krizinin etkisi, sıcaklıkların rekor derecede artışıyla birlikte insan kaynaklı ihmaller sonucu her yıl yaz aylarında orman yangını meydana geliyor. Ancak yangın söndürme uçaklarının kapasitesinin yetersizliği, bölgeye göre olmayışı çok sayıda nedenden kaynaklı orman yangınları söndürülemiyor, ekosistem yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor, hayvanlar katlediliyor... 

Öte yandan itfaiye işçileri, orman emekçileri, gönüllüler gerekli ekipmanlardan, koruyucu kıyafetlerden yoksun çalışmaya zorlanıyor. Açlık ve yoksulluk ücretlerine mahkum edilen bu emekçiler, bir yandan geçim sıkıntısının verdiği dalgınlık, bir yandan da işçi sağlığı ve güvenliğinden mahrum çalıştıkları koşullarda iş cinayetinde katlediliyor. Eskişehir'de 5'i orman emekçisi, 5'i gönüllü; Bursa'da ise bir itfaiye emekçisi orman yangınını söndürme çalışmasında yaşamını yitirdi. Şüphesiz ki bu ölümler iş cinayeti. Ancak iktidar oluşabilecek tepkilerin önüne geçmek için anında, bilindik yöntemle katledilen işçileri "şehit" ilan etti. Fakat Tarım ve Orman Bakanlığı, sahaya sürdüğü işçileri ekipmansız çalıştırdığı görüntüleri sosyal medyada servis etti. Bakanlığın bu itirafı kısa sürede tepki topladı. 

Halk günlerdir kendi imkanlarıyla orman yangınlarını söndürmeye çalışarak devletin işini üstleniyor. Peki hem ekoloji, hem de emek mücadelesi nasıl yürütülmeli. Emekoloji mücadelesi bugün neden bu kadar gündemde ve neden önemli Polen Ekoloji Kolektifi'nden Derya Sever'le konuştuk. 

KAZA YA DA DOĞAL AFET DEĞİL SİSTEMATİK İŞ CİNAYETİDİR

Orman yangınlarını söndürme çalışmaları kapsamında şu ana dek 6 işçi ve 5 gönüllü yaşamını yitirdi. Öncelikle bu konu hakkında neler söylersiniz?
Eskişehir, Bursa'da ve İzmir yangınlarında yaşanan işçi katliamları, kaza ya da doğal afet değil sistematik iş cinayetidir. Türkiye Ormancılar Derneği ve alanında uzman akademisyenlerin açıklamaları, bu katliamların arkasında çok sayıda yapısal ihmal ve yönetim zafiyeti olduğunu net biçimde ortaya koymaktadır. Bu katliamların kökeninde, emeği ve doğayı sermaye için değersizleştirip araçsallaştıran neoliberal devlet politikalarının, Marx'ın analiz ettiği biçimiyle, yaşamı kar uğruna yok eden sistematik ve sınıfsal tahakküm yatmaktadır.

DEVLET İŞÇİYE SADECE ÜRETİM SÜRECİNDE DEĞİL ÖLÜM KOŞULLARINDA DA HÜKMEDİYOR
2019 yılında Orman Genel Müdürlüğü'nün (OGM) bütçesinin toplam bütçe içindeki payı yüzde 4,5 iken, bu oran 2025'te yüzde 3,3'e düşürülmüştür. Öte yandan sermayenin vergi borçları silinirken, yangın söndürmenin riskli ve ölümcül yükü, zaten ücretli kölelik ve güvencesiz koşullarda çalışan işçilerin sırtına yüklenmiştir. Orman yangınlarındaki doğa, işçi ve emekçi katliamlarının temelinde eğitimsizlik, deneyimsiz personel çalıştırma ve yetersiz ekipman gibi ciddi sorunlar yatıyor. Örneğin, yangında hayatını kaybedenlerden bir kısmının yeni işe alınmış, tecrübesiz gençler olduğu ve göstermelik eğitim aldıkları belirtiliyor. Hatta orman işçilerinin eğitiminde önemli rol oynayan Buca'daki Orman Yangınları İşçi Eğitim Merkezi'nin 2019'da kapatılması, bu yetersizliğin somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Yangında maskesini takan bir çalışanın kurtulduğu, takmayanların ise dumandan zehirlenerek hayatını kaybettiği bilgisi, en öncelikli yeterli güvenlik ekipmanlarının sağlanmamasının bu katliamları nasıl doğrudan etkilediğini gösteriyor. Eskişehir'deki katliamın üzerinden henüz iki gün geçmişken, Tarım ve Orman Bakanlığı'nın pamuklu tişört ve basit maskelerle yangına müdahale eden işçileri övgüyle sunması, devletin işçiye yalnızca üretim sürecinde değil, ölüm koşullarında da nasıl hükmettiğini; emeğin değersizleştirilmesinin, yaşamın değersizleştirilmesinden bağımsız olmadığını tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir.

POLİTİK MÜDAHALESİZLİK STRATEJİSİNİN DOĞRUDAN SONUCU
Ayrıca, orman işçilerinin personel eksikliği nedeniyle 6 işçinin yapması gereken işi 1-2 kişinin yapmak zorunda kalması, 24 saat kesintisiz ve kölece çalışma koşullarına maruz kalmaları, taşeron işçilik, sürekli rotasyonla coğrafi koşulların bilinmemesi, düşük ücretler, primler ve izin/sendikal haklarının gasp edilmesi gibi koşullar bu katliamlara davetiye çıkarıyor.  Eskiden yangınla mücadelede büyük rol oynayan orman köylülerinin mükellefiyetinin kaldırılarak yerine getirilen gönüllülük sistemi de yerel bilgiyi ortadan kaldırmıştır. Tüm bunlar, yangınları kaza ya da doğal afet olarak geçiştirmek yerine, politik müdahalesizlik stratejisinin doğrudan bir sonucu olan iş cinayetleri olarak ele alınması gerektiğini kanıtlamaktadır.

YAŞANAN BU YIKIMLAR YAŞAM HAKKIMIZIN SİSTEMATİK İHLALİDİR
Doğayı ve emeği birer kaynağa dönüştüren sistem, bu katliamlarla Marx'ın ifadesiyle "canını/canlısını ölçme, biçme, tasnif etme, sayma, sonunda araç ve ölü hale getirme" işlemini hayata geçirmektedir. Bugün karşımızda duran "şirketleşmiş devlet, devletleşmiş şirket" yapısı, doğal kaynakları ve emeği finansal krizleri aşmak ve sermayeye yeni değerlenme alanları açmak için araçsallaştırmaktadır. Bu tablo, orman yangınlarının ardındaki neoliberal politikaların, politik müdahalesizlik stratejilerinin ve kapitalist açgözlülüğün çok yönlü bir yansımasıdır. Yaşanan bu yıkımlar yaşam hakkımızın sistematik ihlalidir.

TÜRKİYE'NİN İZLEDİĞİ SERMAYE ODAKLI YOLLA 4 DERECELİK FELAKET KAÇINILMAZ

Orman yangınları birer afet iken iktidarın politikaları sonucu bir katliama dönüşüyor. Orman yangınlarına karşı ne yapmak gerekiyor?
Orman yangınlarının birer katliama dönüşmesi, mevcut iktidarın uyguladığı neoliberal politikalar ve gözardı ettiği ihmallerle doğrudan ilişkilidir. Orman yangınlarının yüzde 90'dan fazlası insan kaynaklı nedenlerle ortaya çıkıyor. Özellikle enerji nakil hatlarından kaynaklanan yangınlar, tüm yangınların sayısının küçük bir kısmını oluştursa da, yanan orman alanının dörtte birinden fazlasını kapsayarak büyük zararlara yol açmaktadır. Bunun temel nedeni, enerji üretimi ve dağıtımının özelleştirilmesi ve halkın ödediği kabarık faturalara rağmen şirketlerin maliyetten kısmak için bu hatların bakımını yapmaması ve ormanlık alanlardan geçirmesidir. Yine neoliberal sistemin neden olduğu küresel iklim değişikliği ve kuraklık ise yangınların şiddetini ve yayılma hızını artırarak mevcut durumu daha da kötüleştirmektedir. İklim krizini durdurmak bir yana, onu derinleştiren; ekolojik yıkımı ve emisyonları artıran enerji ve madencilik politikalarıyla karşı karşıyayız. Türkiye'nin izlediği bu sermaye odaklı yol, küresel ölçekte model haline gelse, 2 derecelik eşik değil, milyarlarca türü yok edecek 4 derecelik bir felaket kaçınılmaz hale gelir.

BÜTÜNCÜL BİR YANGIN SÖNDÜRME YÖNETİMİ ZORUNLU
Ancak asıl sorun, ormanların madencilik, turizm ve enerji gibi rant odaklı sektörlere tahsis edilmesiyle orman alanlarındaki insan hareketliliğinin artması, ormanların parçalanması ve yangın riskinin yükselmesidir. Bu durum, torba maden yasa ve iklim kanunu ile daha da artacaktır. Ayrıca, Türk Hava Kurumu'na ait 8 yangın söndürme uçağının yangın sezonu başlamadan önce satışa sunulması, yangınla mücadeledeki kurumsal çöküşün bir başka göstergesidir. Söndürme araçlarının ve yakıtların şirketlerden ve taşeronlardan temin edilmesi, OGM'nin mevcut bütçesini yangın önlemeye değil faize yatırması, yaşama karşı işleyen devlet-şirket yapısının yüzünü bir kez daha ortaya çıkarmaktadır. Bu çerçevede, orman yangınları, ne yalnızca doğa meselesidir, ne de sadece bir iş güvenliği sorunudur. Bu yangınlar, yalnızca rant uğruna yakılan ormanların değil, işçi sağlığını ve yaşamını hiçe sayan derin bir sistem krizinin çarpıcı sembolüdür. Bu kriz, kapitalizmin yarattığı tahribatla yüzleşmeden çözülemez. Dolayısıyla çözüm; doğayı ve emeği savunan, yerinden katılımcı, planlı ve sınıfsal bir politik hattın inşasında yatmaktadır. Yangınla mücadelede yalnızca söndürmeye değil, yangını önlemeye odaklanan bir paradigma değişimi gereklidir. Bu da iklim krizi, enerji politikaları, kırsal yoksulluk, işçi güvenliği ve ücretli kölelik gibi yapısal sorunları birlikte ele alan bütüncül bir yangın yönetimi yaklaşımını zorunlu kılar.

EMEKOLOJİ MÜCADELESİ ÇOK BOYUTLU BİR DİRENİŞ HATTI ÖRMEKTİR

Ekoloji ve emek mücadelesini bir arada yürütülmesi gerektiğini söylediniz. Bu nasıl mümkün olur?
Orman yangınları bağlamında emekolojinin yeri ve mücadelenin nasıl geliştirilmesi gerektiği, bu felaketlerin yalnızca ekolojik bir yıkım olmadığını, aynı zamanda kapitalist üretim ilişkilerinin kar maksimizasyonu güdüsünden kaynaklanan ve işçinin bedeni ile mücadele alanı üzerindeki etkileriyle iç içe geçen bir sorun olduğunu vurgular. Emekoloji mücadelesi, yalnızca yangınla mücadeledeki teknik yetersizlikleri değil, ormanların sermayeye devredilmesini, iş güvencesizliğini, mevsimlik ve taşeron çalışmayı, eğitimsizliği ve  iş güvenliği eksikliğini de kapsayan çok boyutlu bir direniş hattı örmelidir. Bu mücadelenin temel adımları arasında, işçilerin karşı karşıya kaldığı meslek hastalıklarının ve iş cinayetlerinin belgelenmesi, bu felaketlerin politikleştirilmesi ve kapitalist sistemin sonucu olarak teşhir edilmesi yer almalıdır.

İŞÇİ SINIFININ KURTULUŞ MÜCADELESİ EKOLOJİK KURTULUŞU DA İÇERMELİDİR
Ayrıca, orman yangın işçilerinin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, yeterli ve güncel iş güvenliği eğitimlerinin sağlanması, koruyucu ekipman eksikliklerinin giderilmesi, güvencesiz istihdama son verilerek sosyal güvenlik haklarının tam olarak tesis edilmesi,  sendikal hakların tanınması ve yerel halkın bilgisiyle birlikte kolektif savunma mekanizmaları inşa edilmesi gibi somut talepler hayati önem taşımaktadır. Yerel halkın, çiftçilerin, mevsimlik tarım işçilerinin ve fabrika, orman, maden işçilerinin gündemini birleştiren toplumsal bir örgütlenme hedeflenmelidir. Bu, ekonomik sendikacılığın ötesine geçerek, yaşamın tüm veçhelerini kapsayan, sermayenin doğa ve emeği sömürerek yarattığı yıkıma karşı esnek ama merkezileşmiş çapraz dayanışma ağları kurmayı gerektirmektedir. Ekolojik yıkıma karşı mücadelenin sınıfsal temeli açığa çıkarılmalı ve işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi, aynı zamanda ekolojik kurtuluşu da içermelidir. Bu, emek ve ekolojinin artık dışsal değil, aynı varlık temeline dayanan birleşik ve politik bir mücadeleye dönüşmesi anlamına gelmektedir. Bu bütünsel yaklaşımla, kapitalizmin yarattığı yıkım döngüsü kırılabilir ve yaşanabilir bir gelecek inşa edilebilir.