Ebru Yiğit yazdı | Kadın ve LGBTİ+'ların ortak mücadelesi

14 Şubat ve 8 Mart eylemleri başta olmak üzere anda LGBTİ+'lara yönelik polis saldırısına birlikte karşı koyduğumuz gibi, AKP'nin yasal, yasadışı yöntemlerle LGBTİ+ ve kadınlara dönük saldırılarına karşı da birlikte hareket etmek zorunda olduğumuz yeteri kadar ortada. Bu zorunluluk karşımızdaki saldırganlığın çapı, stratejik hedefine doğru ilerlerken yüz yıllık bir devlet aklı ve 5 bin yıllık erkek egemen sistemin önce kadınları kendi arasında, sonra da ittifak kuracağı özneler arasında bölüp-parçalayıp-yönetmek istemesiyle ilgili.
Ocak ayından bu yana "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2025 yılını 'aile yılı' ilan etmesiyle..." diye başlayan sayısız yazı yazıldı. Ailenin kutsallaştırılması, kadınların eve hapsedilmesi, çocuk doğurma teşvikleri, kadınların nasıl doğum yapacağı, toplumsal cinsiyet kavramının yazınsal üretimlerde ve politikada yasaklanması, LGBTİ+ görünürlüğünün ve gökkuşağı bayrağının fiilen yasaklanması... Erdoğan'ın sözlerinde, yasa taslaklarında, futbol maçlarında, cuma hutbelerinde, demokratik eylem ve etkinliklerde; tüm yasakçılığın ve kadın bedenini denetim altına almaya çalışan politikaların örneklerine şahit olduk. Hepsi aynı stratejinin, "aile yılı" hedefinin uygulanmasına yönelik taktik hamleler. Yavaş yavaş alıştırma, zamana yayarak ve fiilen yasaklayarak oluşabilecek tepkileri aza indirme hali. Kadın özgürlük mücadelesinin özneleri olarak elbette bu erkek egemen politika yapış biçimine de bu taktiklere de aşinayız. Ama aşina olmadığımız, olmamamız gereken şey; bunca saldırıya rağmen neden kitlesel, tüm kadınların öfkesini, kaygısını, enerjisini yansıtacak bir eylemsellik içinde olmadığımız. Kadın örgütlerinin irili ufaklı, refleksif çıkışları oldu ama neden tekil, neden süreklilik içermeyen ve birleşik kadın mücadelesinin bir süredir atıl kalan zayıflığını değiştirmeye dönük değil. Ve elbette neden kesimci...
Uzun zamandır sokakta, eylemlerde gökkuşağı bayrağına dair adı konulmamış bir yasak var. 2025 yılında sadece İstanbul'da 14 Şubat, 8 Mart, Newroz, 19 Mart halk ayaklanması, 6 Mayıs eylemlerinde açıktan gökkuşağı bayrağı taşımak gözaltı gerekçesi oldu, polis şiddetinin bahanesi yapıldı. Mecliste bir yasa taslağında LGBTİ+'ların kazanımlarını gasp eden, cinsiyet uyum sürecinden LGBTİ+'ların toplumsal yaşamdan uzaklaştırılmasına, erkek egemen ikiyüzlü ahlakçılığın korunması için toplumsal cinsiyet tanımının yasaklanmasından LGBTİ+ mekanlarının hedef gösterilmesine kadar bir dizi saldırı; kadın hareketine yönelik saldırılarla eş zamanlı yapılıyor. AKP, her yerden kadın hareketine ve LGBTİ+ hareketine saldırıyor. Ama bu iki hareketten ne tek tek ne de birleşik esaslı bir ses çıkmıyor. Elbette bu konularda yazma, sosyal medyadan söz söyleme pratiklerini saymıyorum. Çünkü sarayın duvarlarından içeri girebilecek esaslı bir sesten sokağı kastediyorum. Küçük bir hatırlatma olarak şunu söylemekte yarar var: Elbette "aile yılı" ilanıyla kadınlar ve LGBTİ+'lara yönelen saldırılar sadece kadınların gündemi olamaz. Toplumsal mücadelenin tüm bileşenlerini ilgilendiren ve tepki göstermesi gereken konular. Fakat LGBTİ+ hareketine en yakın müttefik kuvvet olan ve aynı erkek egemenliğini tarafından ezilen, baskı altına alınan kadın hareketinin daha özel ilişkilenme sorumluluğuna bu yazıda işaret etmeyi özellikle tercih ettik.
14 Şubat ve 8 Mart eylemleri başta olmak üzere anda LGBTİ+'lara yönelik polis saldırısına birlikte karşı koyduğumuz gibi, AKP'nin yasal, yasadışı yöntemlerle LGBTİ+ ve kadınlara dönük saldırılarına karşı da birlikte hareket etmek zorunda olduğumuz yeteri kadar ortada. Bu zorundalık ne birimizin güçsüzlüğü ne de diğerimizin kitleselliği, militanlığı, cesaretiyle ilgili. Bu zorunluluk karşımızdaki saldırganlığın çapı, stratejik hedefine doğru ilerlerken yüz yıllık bir devlet aklı ve 5 bin yıllık erkek egemen sistemin önce kadınları kendi arasında, sonra da ittifak kuracağı özneler arasında bölüp-parçalayıp-yönetmek istemesiyle ilgili.
Makbul olma, aileyi koruma, kadının ve erkeğin fıtratı, toplumsal ahlak gibi birçok dayatma LGBTİ+'ların kriminalize edilmesiyle başlıyor ve kadınlara yönelik saldırının gerekçesi yapılıyor. Ya da kadın hareketine LGBTİ+'lar üzerinden saldırıp geniş kadın kitlelerinin arasında kabul edilebilir kadın örgütleri yaratılmaya çalışılıyor. AKP ve erkek egemenliği ağzını her açtığında toplumsal mücadelenin en dinamik iki öznesini aynı cümlede kullanıyor ve birlikte saldırıyor. Bizim de artık uzun zamandır unutmaya yüz tuttuğumuz bir deneyimi hatırlayarak birlikte mücadelenin yolunu döşeme zamanımız geldi. Bu konuda yeniden başlamaya gerek yok, biraz hafıza tazelemesi, biraz deneyim aktarımı, biraz da ortak mücadele konusunda niyetimizi açık etmek yeterli olacaktır. Gerisi bisiklete binme kuralı gibi sökülüp gelecektir.
Atılacak birkaç adımın işimizi kolaylaştıracağına şüphe yok. Örneğin LGBTİ+ ve kadın hareketi olarak 2025 yılında ve sonrasında bizi bekleyen saldırıların kapsamına dair bir toplantı yapmak. AKP'nin 2025 "aile yılı" stratejisinin nedenlerine, sonuçlarına ve buna karşı yürütülecek mücadelenin araç ve biçimlerine dair asgari müştereklerde buluşacağımız yol haritası çıkarmak. Uzun ve kısa vadeli mücadelede kimlerle, hangi ilke ve tutumla ortak yol yürüyeceğimizi belirlemek, elbette en geniş kadın ve LGBTİ+'lara ulaşacak mücadele hattını belirlemek. İdeolojik, teorik ve politik farklılıklarımızı unutmadan, birbirimizin özgünlüğünü yok saymadan, tüm kadın ve LGBTİ+'ların eşit söz ve eylem hakkını güvenceleyen bir mücadele hattı oluşturmanın içimizdeki gücü, enerjiyi açığa çıkaracağına şüphe yok.
Haziran ayında "Başkaldırı" temasıyla düzenlenecek 11. Trans Onur Haftası, bu ve daha fazlasını açığa çıkaracak bir ortak mücadelenin başlangıcı olabilir. LGBTİ+ hareketi bir taraftan LGBTİ+ olmaktan kaynaklı sorunlarına ve çözüm önerilerine yönelik kendi özgün eylem ve etkinliklerini yaparken diğer taraftan da kadın hareketiyle ortak mücadele zeminini yeniden tartışıp gündemleştirebilir. Kadın hareketi de saldırılara karşı ne yapacağını tartışırken, 11. Trans Onur Haftasını nasıl gündemleştireceğini konuşabilir. Takvimsel günlerin, kolektif hafızayı canlandırma gibi bir etkisi vardır. Biz de bu etkiye yaslanarak kadın ve LGBTİ+ hareketleri olarak yan yana mücadeleyle özgürleştirdiğimiz sokakları, erkek egemenliğine, homofobi, transfobi ve kadın düşmanlığına karşı ortak kavgamızı yeniden canlandırabiliriz.