Uğur Ok yazdı | Suruç; hakikat, adalet, yüzleşme
Hakikatler araştırılmadan, katliamların failleri açığa çıkarılıp yargılanmadan, bu katliamların baş uygulayıcısı olan kontrgerilla ve Özel Harp Dairesi dağıtılmadan ne adalet, ne yüzleşme sağlanabilir, ne de memleket demokratikleşebilir. Bütün bunların başarılamadığı bir barış ise zemini daha baştan yanlış döşenen bir barıştır. Suruç için adalet mücadelesinin geride kalan yıllardaki birikimi yolun nasıl yürüneceğini gösterdi. Şimdi onun ve tüm adalet mücadelelerinin birikimine yaslanarak, "Hakikat ve Yüzleşme Komisyonları kurulsun", "Adalet istiyoruz" talepleri etrafında birleşmeli ve tüm toplumsal mücadele dinamiklerini de bu mücadele etrafında saflaştırmalıyız. 10. yılında Suruç'un çağrısı budur. Gençlik, kadınlar ve aileler bu mücadelenin öncüsü olacaktır.
20 Temmuz 2015'te gerçekleşen Suruç katliamı, coğrafyamız bakımından yeni bir kanlı saldırganlık ve tasfiye dönemine girildiğinin işaretiydi. Denilebilir ki; 2014'ün Ekim'inde MGK'da kararlaştırılan çöktürme siyasetinin startı Suruç'tur. Dönemin siyasal konjonktürüne kısa bir bakışta bu okumayı yapmak hiç de zor olmayacaktır. Sonraki 10 yıl bunu doğrulayan çokça veriyle dolu.
Latin Amerika'dan Asya'ya, Avrupa'dan Afrika'ya, Ortadoğu'ya kadar dünya ezilenlerinin mücadele deneyiminden gördüğümüz üzere, egemenler ezilenlerin mücadelesinin geliştiği her dönem bu mücadeleyi bastırmak için bu tip kitle katliamlarını özel harp işi olarak örgütlemektedir. Bu tip kitle katliamlarını daha büyük bir saldırganlığın kaldıracına çevirmeye çalışmaktadırlar. Coğrafyamız tarihinde bunun sayısız örneğiyle doludur. '77 1 Mayıs katliamı, 16 Mart Beyazıt öğrenci katliamı, Sivas ve Gazi katliamları bunlardan sadece bazıları. Suruç katliamını da bu tarihsel deneyim ve gerçekliğe oturtarak okumamız gerekiyor. Elbette hiçbir katliam ne hedeflediği kitleyle ne hedeflediği özneyle ne de hedeflediği amaçla gelişigüzel, tesadüf değildir. Beyazıt katliamı, yükselen devrimci gençlik hareketini; '77 1 Mayıs katliamı yükselen sınıf hareketi ve onun öncü, devrimci bölüklerini; Sivas katliamı yükselen Alevi hareketini ve onun aydınlarını; Gazi katliamı Alevi hareketiyle birlikte emekçi semtlerde yükselen antifaşist devrimci kitle hareketlerini hedefledi. Suruç (ve sonrasındaki Ankara Gar katliamı da) Türk ve Kürt halklarımızın yükselen birleşik mücadelesine ve onun öncü, devrimci güçlerine yöneldi. Yerin Suruç, hedefin SGDF olması tesadüf değildi. Çünkü Suruç, Gezi ile Rojava/Kobanê'nin 2014-2015'te onbinlerin devrimi savunmak için nöbet tuttuğu "sınır"dı. SGDF ise Gezi ile Rojava/Kobanê'yi buluşturan o "sınırın" birleşik gençlik köprüsüydü.
Geride kalan on yıl boyunca Suruç katliamının sorumlularının açığa çıkarılması ve yargılanması için yürütülen adalet mücadelesi bu toprakların çok güçlü bir mücadele dinamiği haline geldi. "Suruç için adalet, herkes için adalet" herkesin birleştirici mücadele şiarına dönüştü. Yürütülen kampanyalarda sadece Suruç için adalet istenmedi. Cumartesi Anneleri, Roboskî, Ankara Gar, Soma, Hrant, Şenyaşar ailesi, kadın katliamları, LGBTİ+ katliamları, Berkin Elvan, Çorlu tren katliamı… Bunlar aklımıza ilk gelenler. Gençlik örgütleri, Suruç Aileleri İnisiyatifi ve SGDF bu toprakların çok köklü bir adalet mücadelesine öncülük etti. Suruç mahkemeleri, her ay yapılan 20 oturumları, mezar anmaları ve yıldönümlerindeki sokak gösterileri adalet arayanların buluşma yerleri, birleşik mücadele mevzileri haline geldi. Suruç için adalet mücadelesi, geride kalan yıllarda tasfiye ve baskı döneminde, tüm saldırılara rağmen kesintisiz süren, umutsuzluğun en derinleştiği zamanda "Artık devrimciler konuşacak" diyerek umut aşılayan, Cumartesi Anneleri, Şenyaşar ailesi gibi en önemli adalet mücadelelerinde oldu.
Suruç adalet mücadelesi aynı zamanda bir hakikat mücadelesi olarak gelişti. Katliamdaki egemenlerin sorumluluğunun açığa çıkarılmasının ve sorumluların yargılanmasının, özcesi hakikatin peşinden koştu. Hakikatin egemenlerin karanlık dehlizlerinde adliyelerin tozlu raflarında kalmasına izin vermedi. Katliamın egemenlerin bir politikası olduğu hakikatini, ödenen tüm bedellere rağmen anlatmaktan geri adım atmadı. Gerçeğin egemenlerin mahkeme salonlarında değil, kitle mücadelesiyle, adalet mücadelelerinin birleştirilmesiyle geleceğini hiçbir zaman unutmadı. Kobanê'ye doğru başlayan hakikat yolculuğu, adalet ve sorumluların yargılanması talepleriyle devam etti. Bu mücadele tüm dönem boyunca faşizme karşı direnişin ve mücadelenin mevzisi olarak konumlandı. Hakikate ulaşmak Kobanê'ye giderken de, adalet için çarpışırken de Suruç'un arayışıydı. Bundandır ki Suruç olmadan hakikat, hakikat olmadan Suruç düşünülemez.
Bugün yeniden "barış", "çözüm", "demokratikleşme" tartışmaları var. Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat'taki "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"ndan sonra bu tartışmalar alevlendi. PKK topladığı 12. Kongresi ile fesih kararını açıkladı. Fakat bu "süreç" ve "çağrılar" diğer dönemlerden farklı olarak ezilenlerde çok ciddi bir heyecan yaratmıyor. "Geçmiş geçmişte kaldı, acıları deşmeye, sen mi haklıydın ben mi haklıydım diye hesap sormanın anlamı yok" tarzı bir düşünüşle gerçek, onurlu bir barış gelmeyeceği kesin. Şuan egemenlerin yaklaşımı böyle. Talat paşaya iki laf söylenmesine tahammülü olmayan, birçok katliamda payı olan koruyuculara çobanlık mesleğini hakaret olarak gören bir zihniyetin faili meçhullerle, gözaltında kayıplarla, işkencelerle, kontrgerilla ile Roboskî'yle, Dersim'le, Sivas'la, Gazi'yle, 10 Ekim'le, Suruç'la yüzleşeceğini beklemek en hafif tabirle saflık olur.
Dünyanın çok farklı barış deneyimlerinden görülen en belirgin adımlardan biri, özellikle de egemenler tarafından işlenen katliamlar, faili meçhuller, insan hakları ihlalleri gibi toplumsal yüzleşme adımlarıdır. Bu aynı zamanda tarafların barış konusundaki samimiyetini gösteren bir ölçü de olur. 2013-15 dönemindeki müzakere sürecinde her ne kadar devlet adım atmasa da en azından Hakikatleri Araştırma Komisyonu tartışması somut olarak yapılıyordu. Zira hakikatler araştırılmadan, bütün bu katliamların failleri açığa çıkarılıp yargılanmadan, bu katliamların baş uygulayıcısı olan kontrgerilla ve Özel Harp Dairesi dağıtılmadan ne adalet, ne yüzleşme sağlanabilir, ne de memleket demokratikleşebilir. Bütün bunların başarılamadığı bir barış ise zemini daha baştan yanlış döşenen bir barıştır. Egemenlerin "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"ndan anladığı geçmişin üstünün örtüldüğü, deşilmediği, kurcalanmadığı bir barıştır.
Egemenler bakımından bir yerde bu yaklaşım normal. Esasen ezilenlerin, gençliğin, kadınların mevcut politik koşullarda hakikat, adalet ve yüzleşme mücadelesini büyüterek egemenler bu zemine çekmeye zorlanabilir. Bu ise ancak adalet mücadelelerinin birleşmesi ve her yerde büyütülmesinden geçiyor. Büyütülecek bu mücadele aynı zamanda adil, onurlu bir barış mücadelesininde büyütülmesidir. Suruç için adalet mücadelesinin geride kalan yıllardaki birikimi yolun nasıl yürüneceğini gösterdi. Şimdi onun ve tüm adalet mücadelelerinin birikimine yaslanarak, "Hakikat ve Yüzleşme Komisyonları kurulsun", "Adalet istiyoruz" talepleri etrafında birleşmeli ve tüm toplumsal mücadele dinamiklerini de bu mücadele etrafında saflaştırmalıyız. 10. yılında Suruç'un çağrısı budur. Gençlik, kadınlar ve aileler bu mücadelenin öncüsü olacaktır. 10. yılında Suruç için adalet, herkes için adalet!
*ESP Eş Genel Başkan Yardımcısı - Suruç gazisi (Sincan 1 Nolu Yüksek Güvenlikli Hapishanesi)