22 Ağustos 2025 Cuma

Şef tipi aile inşasına karşı mücadele yılı

Bugün önümüzdeki 10 yılı "aile ve nüfus yılı" ilan eden ataerkil rejime karşı, kadın mücadelesini yükseltmek, şef tipi aileye karşı özgür ve eşit bir yaşamın kurulabileceğinin propagandasını daha fazla yapmak dönemin en önemli ve öncelikli devrimci görevlerinin başında gelmektedir. Kadın özgürlük mücadelesinin tüm bileşenleri ve toplumun yarısını oluşturan kadınlar başta gelmek üzere adalet ve özgürlük isteyen pek çok toplumsal kesim, rejimin bu şef tipi aile politikası ve her geçen gün güncellenen ve çeşitlenen söylem ve pratikler karşısında eylemli bir tutum içine girebilmelidirler.

AKP-MHP ataerkil rejimi tarafından 2024 yılı Mayıs ayında; Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı (2024-2028) ile küresel riskler ve demografik dönüşüm, sosyal refah, aile odaklı sosyal hizmetler, dijitalleşme, çevre ve afetler olmak üzere beş başlıkta stratejik hedefler belirlenmiş, ardından da faşist şef Erdoğan tarafından 2025 yılının "aile yılı" olarak ilan edildiği açıklanmıştı. Takip eden aylar içerisinde çok hızlı bir şekilde doğum yardımları planlaması yapıldı ve uygulamaya başlandı. Daha önce böyle bir çalışma için oluşturulan aile ve gençlik fonuna dair bir yönetmelikle evlenecek gençlere 2 yıl geri ödemesiz ve faizsiz bir şekilde kredi desteği sunuldu. Komşu annelik uygulamasıyla kadınlar için güvencesiz ve esnek çalışma modeline bir yenisi daha eklenmiş oldu. Sezaryen doğum yönetmeliği ile kadınlar vajinal doğuma zorlandı.

Kadın düşmanı sermaye rejimi, geçtiğimiz mayıs ayında da 2026-2035 yılları arası "aile ve nüfus 10 yılı" olarak ilan ederek, aynı zamanda şef tipi aile planının çok katmanlı politikasını tüm rejim kurumlarında eksiksiz uygulama stratejini genişletmek ve derinleştirmek istediğini de duyurmuş oldu. Şimdi ise rejimin her bir kurumunun yaptığı açıklamayla bu strateji haftalık olarak yönetilir durumda. Önce Adalet Bakanı Yılmaz Tunç; boşanma davalarının kısa sürece sonuçlanacağı yalanıyla aile arabuluculuğuna gidileceğini; nafaka, maddi tazminat ve mal rejimi davalarının boşanma davasından ayrı görüleceği bir sisteme geçileceğini duyurdu. Ardından da cuma hutbeleri serisiyle önce "açık giyinmenin Allah'ın emrini ihlal ettiği, haram ve günah olduğu ve açık giyinen kadına karşı sessiz kalanların büyük vebal altında olduğu"na dair fetva verildi, sonraki haftalarda da kadınların miras hakkına ilişkin mevcut düzenlemenin kul hakkı olduğu vaaz edildi. Şeri miras hukukuna atıfla mirasta kadınların erkeklerden yarı oranında hakkı olduğu savunuldu.

Kadın katillerine verilen ödül gibi cezaların yanı sıra bütün çürümüşlüğüyle teşhir olan yargısal tüm faaliyetlerin sorumlusu Adalet Bakanı "modern Avrupa standartlarından", yıllardır çeşitli din kurumlarında çocukların istismara uğramasından sorumlu Diyanet İşleri Başkanlığı "kul hakkı"ndan bahsediyor, kadınlara yönelik şiddet çağrısı yapıyor.

Aile yılı uygulamaları kadınların bugüne kadar mücadeleyle kazanılmış haklarının geri alınması ve kadının emeği ve cinselliği üzerindeki tahakkümü arttıracak yeni uygulamalarla ilerliyor. Boşanma davalarında zorunlu arabuluculuk kurumu, cinsler arasındaki eşitsizliğin ve dolaysıyla şiddetin bu denli derin olduğu ülkelerde kadınların mevcut yasalardaki haklarından daha azına baskı yoluyla razı edilmesinin önünü açmak anlamına gelmektedir. Erkek egemen yargı süreçlerinin kadınlar bakımından manevi olarak zorluğu ve davaların maddi yükü kadınların boşanmalarının önündeki fiili engeller olarak zaten varlığını sürdürürken bir de zorunlu arabuluculukla kadınlar şiddet gördükleri aile içinde kalmaya, sürdürmek istemedikleri evlilikleri sürdürmeye razı edilmektedirler. Kaldı ki daha önce miras davalarına getirilen arabuluculuk kurumuyla, kadınların miras hakkından nasıl mahrum edildiğinin sayısız örneği yaşanmıştır.

Her kapitalist yönetim biçimi gibi faşist şeflik rejimi de kadın ve LGBTİ+ düşmanı ataerkil politikalarını sürdürmektedir. Aile yılı kapsamındaki tüm güncel politikalar da sermaye ve ataerkinin ortak ve bütüncül ihtiyaçları temelinde şekillenmektedir. Ancak sermaye ile ataerkinin çelişkili birliği sonsuz bir uyum içinde değildir. Kapitalizmin gelişimi içerisinde bu çelişkili birliğin gelişimi inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Çelişkinin kaynağını ise kapitalizmin temel çelişkisi, üretimin toplumsal karakteri ile mülkiyetin özel karakteri arasındaki çelişki oluşturmaktadır. Üretimin toplumsallaşması kadınların toplumsal yaşama dahiliyetini arttırırken ve özgürleşme zeminini güçlendirirken, mülkiyetin özel karakteri ise kadınları toplumsal yaşamın dışına, eve doğru itmektedir. Dolayısıyla kadının evsel köleliğini derinleştirmek üzerine kurulu "aile yılı" politikaları, kadınları üretim sürecinin bütünüyle dışında tutma üzerine inşa edilemeyeceği için, bu çelişkinin yumuşatılabileceği-taşınabileceği bir zeminde uygulama alanı bulmaya çalışacaktır.

Ataerkil rejimin kadının emeği ve cinselliğinin daha çok sömürüldüğü "ailenin güçlendirilmesi" adına yürürlüğe giren tüm uygulamaların iktisadi politikasını sermayenin ihtiyaç duyduğu genç işçi nüfusunun doğrulması ve yetiştirilmesi oluşturuyor. TÜİK verilerine göre; 2024 yılının doğurganlık hızı 1.48'e düşmüş durumda. Bu oran mevcut nüfus ve iş gücünün korunması için ihtiyaç duyulan oranın oldukça altında. Haliyle faşist şef Erdoğan tarafından doğurganlık hızının düşüşü bir beka sorunu olarak görülüyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş da savunma sanayi fuarı IDEF 2025 ziyaretinde, "Ailemizi her türlü tehdide karşı savunmak, özellikle gelecekte karşılaşabilecekleri her türlü riske karşı savunmak aslında ülkemizi savunmak ve korumaktır" sözleriyle konunun milli boyutunu tekrarlamış ve pekiştirmiş oldu. Tabi Erdoğan'ın ve Göktaş'ın beka olarak tarif ettiği şey, faşist sömürgeci Türk devletinin ve erkek egemen kapitalist düzenin geleceği. Erdoğan, en az kendisi kadar faşist olan Macaristan Başbakanı Viktor Orban yönetiminin cinsel politikasını örnek alıyor. Orban da 2025 yılını atılım yılı ilan etmiş, doğum oranlarını arttırmak için iki ve üç çocuk sahibi olan annelere kalıcı vergi muafiyeti getirmişti. Geçtiğimiz aylarda da Ankara'da, "Türkiye ile Macaristan'ın Aile Yapısının Güçlendirilmesine Yönelik Özgün Yaklaşımlar" konulu etkinlikle de iki faşist rejim arasındaki anlaşmalar pekiştirilmiş; kadınların, çocukların, LGBTİ+'ların nasıl daha çok sömürüleceği konusunda işbirliği güçlendirilmiştir.

Rejimin cinsel politikasında, sermayenin ihtiyaçlarının yanı sıra rejimin faşist karakteri ve devletin Kürt demokratik hareketi başta olmak üzere toplumun mücadeleci tüm kesimlerine dönük teslim alma politikası da temel bir belirleyendir. Kürdistan'daki sömürgeci savaşı sürdürmenin ve yanı sıra NATO şemsiyesi altında pek çok ülkede asker bulunduran ve işgalci ve yayılmacı hedeflerini hayata geçirebilmek için savaşacak genç nüfusa duyulan ihtiyaç bu cinsel politikanın önemli unsurudur.

Bugün önümüzdeki 10 yılı "aile ve nüfus yılı" ilan eden ataerkil rejime karşı, kadın mücadelesini yükseltmek, şef tipi aileye karşı özgür ve eşit bir yaşamın kurulabileceğinin propagandasını daha fazla yapmak dönemin en önemli ve öncelikli devrimci görevlerinin başında gelmektedir. Kadın özgürlük mücadelesinin tüm bileşenleri ve toplumun yarısını oluşturan kadınlar başta gelmek üzere adalet ve özgürlük isteyen pek çok toplumsal kesim, rejimin bu şef tipi aile politikası ve her geçen gün güncellenen ve çeşitlenen söylem ve pratikler karşısında eylemli bir tutum içine girebilmelidirler. Saray rejiminin şef tipi aile saldırısına ve katmanlı politikalarına karşı birleşik genel halk direnişi perspektifini gözeten birleşik mücadele pratiği geliştirilmelidir. Tabii ki bu mücadelenin geliştirilmesi sadece kadın özgür mücadelesi yürütenlerin sorumluluğuyla sınırlı ele alınamaz. Faşist şeflik rejiminin "aile yılı" politikası, miras, boşanma, kürtaj vb. kazanılmış haklara dönük saldırılar, her gün sokak ortasında kadınların vahşice katledilmesine karşı yürütülecek mücadele, şef tipi aile politikası, militarist politikalar, kadın ve çocuk emeği sömürüsünden azade değildir. Aynı şekilde "aile yılı" kapsamında LGBTİ+'lara yönelen inkarcı nefret politikaları da bu kapsamdadır. Faşist saldırının alanı bu kadar genişken, bu saldırılara karşı mücadele salt kadın özgürlük mücadelesinin öznelerine bırakılamaz. Emekçi sol güçlerin, işçi ve emekçilerin, bu politikalara karşı alacağı örgütlü ve eylemli tutum, bir yandan kadın özgürlük mücadelesiyle ilişkilenmesini sağlayacağı gibi diğer yandan erkek egemen kapitalist sistemin yıkılması mücadelesinde daha fazla özneleşmesini getirecektir.

Nasıl ki şef tipi aileye karşı mücadele ederken klasik burjuva aile savunusuna düşmüyorsak, Diyanet'in fetvalarına karşı Medeni Kanun-cumhuriyet savunusuna düşmeden eşit miras hakkının korunması için mücadele yürütebiliriz. Bu anlamda güncel politik mücadele görevlerini yürütürken tarihsel olarak en ileri kadın hakları ve kazanımlarını da bayraklaştırmak, Sovyet deneyimlerini hatırlatmak, cinsel ve sınıfsal çelişkinin kaynağı olan özel mülkiyet ilişkilerinin ortadan kalktığı, eşit ve özgür bir yaşamın kurulabileceğine dair sosyalizm propagandası yapmak da kritik bir sorumluluk olarak öne çıkmaktadır.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 22 Ağustos tarihli 232. sayısında yayımlanan başyazısı.