21 Ağustos 2025 Perşembe

Dirlik için Çiftçi Birliği

Yalnızlıkları ve birbirlerinden kopuklukları nedeniyle ortak mücadele etmekte zorluk yaşayan üreticiler, tamamen örgütsüz olmasalar da var olan mevcut örgütleri de birbirinden kopuk ve etkisiz. Devletin de çiftçilere ilişkin net bir örgütlenme politikası yoktur.

Kırsal kesimde yaşayan çiftçiler, Türkiye'deki yoksulların en yoksulları haline getirildi. Gelirleri çok düşük olan kırsal emekçileri, (tarımsal) üreticiler, iş, aş ve aile geçimlerini sağlamak için meslekleri olan çiftçiliği terk etmek zorunluluğuyla karşı karşıya bırakıldılar. Ekonomik, sosyal, siyasal olarak bugün ve gelecekte ciddi sorunlara gebe olan bu gidişatın durdurulması ve sorunların çözülmesi için; üreticilerin refah düzeylerinin yükseltilmesinin yanı sıra kültürel ve sosyal bakımdan istenilen seviyeye gelebilmelerinin nasıl sağlanacağı üzerine düşünülmesi gerekiyor.

Büyük çoğunluğu kentsel alanlarda yaşayan tüketicilerin (halkların) ucuz ve sağlıklı gıdaya ulaşılabilmesi ve gıda hakkının tesis edilmesi bakımından da çiftçilerin üretime devam etmesi önemli olmanın ötesinde zorunludur. Ancak Türkiye tarım sektörünün geçmişten bu yana birikmiş, çözüm bekleyen çok sorunu var. Yapısal adını verdiğimiz ve başta içerdiği tarımsal olmak üzere kırsal alanda yaşanan bu sorunlara genel bir tablo içinde bakalım.

KIRSALDA GENEL DURUM
Eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in ilk iktidar olduğu dönemde söylediği "plan değil pilav" demagojisinden bu yana Türkiye'de tarımsal üretim planlaması yok denecek düzeydedir. Merkezi devlet planlamasından yoksun bırakılan üretim süreci plansız, programsız, dağınık ve belirsizdir.

Üretim, çok parçalı küçük aile işletmelerinde, bireysel ve birbirlerinden kopuk durumda yapılmaktadır. Bu nedenle çiftçiler bir ürünü kimi yıl ihtiyacın çok üstünde, kimi yıl ise ülke ihtiyacının çok altında üretmektedirler.

Yalnızlıkları ve birbirlerinden kopuklukları nedeniyle ortak mücadele etmekte zorluk yaşayan üreticiler, tamamen örgütsüz olmasalar da var olan mevcut örgütleri de birbirinden kopuk ve etkisiz. Devletin de çiftçilere ilişkin net bir örgütlenme politikası yoktur.

Kamu tarımsal eğitim, öğretim ve öncülükten önemli ölçüde çekilmiştir. Bu konuda mevcut kamu yönlendirmeleri yetersiz olduğu gibi devletin kendisinin doğrudan etkin-yaygın örgütlenme ve düzenli bir eğitim yapılanması bulunmamaktadır.

Kamu geçmişte yürüttüğü yayımcılık konusunu tamamen terk etmiştir. Bu yüzden kırsal politikalar ve yönlendirilmeler tamamen yerli ve yabancı tarım, gıda ve kimya şirketlerinin belirlemesine rüzgarın önündeki yaprak misali terk edilmiştir.

Tarım arazileri çok parçalı, toprak dağılımı adaletsizdir.

Ürün fiyatları sürekli maliyetlerin altında belirlenmekte, bu durum çiftçileri her geçen gün yoksullaştırılmakta ve mesleğini terk etmek zorunda bırakmaktadır. Tarım politikalarının belirlenmesinde köylü/çiftçiler bir taraf/özne olarak muhatap alınmamaktadır. Türkiyeli çiftçiler küresel endüstriyel tarım (gıda, gübre, makine/donanım, damızlık, tohum, ilaç vb.) şirketlerinin avı durumundadır. Bu duruma dayanamayarak tarımsal üretimden kopan çiftçiler ise özellikle inşaat ve madencilik sektörleri olmak üzere tarım dışı alanlarda iş gören şirketlerin kullanımına hazır ucuz iş gücü deposu olarak görülmektedir.

KAPİTALİST YIKIM
Derin tarihsel kökleri olan bu yapısal sorunlar, uluslararası kapitalist merkezlerin 1970'lerin sonundan itibaren benimsediği ve Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi küresel şirket yanlısı uluslararası kuruluşlar marifetiyle tüm ülkenin kabule zorlandığı neoliberal politikalarla daha da ağırlaşmıştır.

Türkiye, kapitalizmin merkez ülkelerinde başlatılan ve bağımlı ülkelere dayatılan bu neoliberal politikaların uygulamaya konulduğu ilk çevre ülkelerdendir. 24 Ocak 1980'de alınan, toplumsal muhalefet yüzünden kararı alan sivil hükümet tarafından tam olarak uygulamaya konulamayan neoliberal ekonomik kararlar, 12 Eylül 1980 darbesiyle bir bir hayata geçirildi. O tarihten bugüne (2025) iş başına gelen askerî ve sivil bütün hükümetler, kapitalist merkezlerin ve küresel şirketlerin istekleri doğrultusunda şekillenen neoliberal politikaları adım adım uyguladı. Türkiye ekonomisini ve Türkiye toplumunu, tarımdan sanayiye, köylerden kentlere derinlemesine değiştirip dönüştürdüler.

Neoliberalizm, en basit ve kısa tabiriyle, büyük şirketlerin güdümündeki devlet politikaları yoluyla zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan ekonomik, politik, hukukî düzenlemeler bütünüdür. Bu bakımdan, büyük sermayenin dışında kalan bütün toplumsal kesimlerin zararına işleyen bir düzendir. Dünya kapitalizminin temel politik tercihi olarak yürürlükte olduğu yaklaşık kırk beş yılın geneline bakarsak, neoliberalizmin yarattığı derin yapısal toplumsal dönüşümlerden en ağır darbeyi alan, en şiddetli tahribata uğrayan toplumsal kesimin, üretici çiftçiler grubunun olduğunu söyleyebiliriz.

Özelde Türkiye'ye baktığımızda neoliberal saldırının miladı kabul edebileceğimiz 24 Ocak/12 Eylül 1980 tarihinden bu yana tarım sektörü adım adım şu uygulamalara maruz kaldı:
Çiftçinin ürününü pazarlama ve fiyat garantisini oluşturan, onlara girdi desteği sağlayan Tarımsal Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) özelleştirilmeye başlandı.
Destekleme alımları azaltıldı. Çiftçilerin ürünlerinin alım fiyatlarının belirlenmesinden kamu çekildi.
Çiftçi ürünlerinin fiyatları tek taraflı yalnızca alıcılar -tüccar ve sanayici ile hipermarketçiler- tarafından belirlenmeye terk edildi.
Tarımsal ürün fiyatları baskı altına alınarak maliyetin az üstünde çoğu zaman maliyetlerin altında belirlendi.
Tarım kredi faizleri yükseltildi. Piyasa faiz düzeyine çıkarıldı. Bu nedenle çiftçiler üretmede güçlükler yaşıyor.
Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri (TSKB) A. Ş'lere dönüştürecek yasalar çıkarıldı. Ekonomik örgütlenmeleri dağıtıldı. Üreticilerden koparıldı.
Tarımsal kamu yönetimi dağıtıldı.
İç ticaret hadleri hiçbir dönemde görülmemiş ölçüde tarımın aleyhine döndürüldü.

ÖRGÜTLENME VE POLİTİK-EKONOMİK DURUM
Üreticilerin üretimden pazarlamaya süreçlerinde haklarını birlikte arayabilecekleri örgütlenmelerinin önüne engeller konuldu.

1980'den bu yana adım adım uygulanan tek ve yanlı bu sıralanan politikalar gereği üzüm, zeytin, çay, fındık, hububat, ayçiçeği, pamuk üreticileri ile hayvan yetiştiricilerinin sorunları iyice arttı. Üretemeyecek duruma hızla sürüklenen çiftçilerin durumu dayanılmaz bir hal aldı.

Geçmişte iktidar olanlar, bütün bu sorunları biriktirmeden çözmek yerine her yıl ve her seçim öncesi ürün taban fiyatları ile oynayarak yaptıkları destekleme alımları ile çiftçileri hem oyaladılar hem de örgütsüz kalmalarını sağlayarak kendilerine bağımlı halde tuttular. Çiftçiler de hak alma mücadelesini yalnızca seçimden seçime oyları ile yaptı.

Seçimle her iktidar olan partiler veya koalisyon hükümetleri IMF'ye selam yola devam diyerek küçük üreticilerin dayanakları olan tarımsal KİT'leri özelleştirdiler. Hayvan yetiştiricileri için önemli olan EBK-SEK-Yem Sanayi, tütün ve üzüm üreticileri için güvence olan TEKEL'in özelleştirilmeleri, önce şekerpancarı üretimine kota getirilerek sonra aşamalı biçimde şeker fabrikaları satılarak şekerpancarı üreticileri için zor günleri başlattılar. Bu tür kamuyu devreden çıkaran politikalar sonucunda tarımsal üretim ve pazarlaması şirketlerin kontrolüne verilmiş oldu.

Şimdi bu bağımlılık; dış dinamiklerin istemiyle devlete bağımlılıktan da çıkarılarak, yerli/ yabancı gıda, kimya ve tarım şirketlerine bağımlı hale getirecek olan sözleşmeli çiftçiliğe terk edilmektedir. Devlet bu yeni sistem olan sözleşmeli çiftçilikte garantör olarak bile bulunmamaktadır. Bu durumda örgütsüz, çiftçiler örgütlü tüccar ve sanayicinin önüne korumasız bırakılmaktadır.

Bilindiği üzere ilk 1984 yılında çıkarılan 2972 sayılı yasa ve Mart ayında çıkarılan 195 sayılı Kanun Hükmünde Kararname-KHK ile İstanbul, İzmir ve Ankara illeri Büyükşehir'e dönüştürüldü. Daha sonra 2012 yılında 6360 sayılı kanun ile 14 il daha Büyükşehir yapıldı. Peyderpey devam eden illeri Büyükşehir yapma durumu, 2020 yılı itibarıyla 30'a ulaştı. Büyükşehir olan illerin bütün köyleri mahalleye dönüştürülerek köylerin görece özerk yönetim statüleri kaldırılmış oldu. Mahalle yapılan köylerin müşterekleri olan meraları, yaylaları, otlakları, harman yerleri ve diğer ortak kullanım alanları ellerinden alındı. Sermayenin talanına açık hale getirildi. Üreticilerin köylerinde çiftçilik yapmasını kolaylaştıran, onlara destek sağlayan bu ortak varlıklar sözü edilen yasa ile ellerinden alındı.

Evet, dünyanın yeniden düzenlendiği bu süreçte Türkiye ve tarımı da buna koşut olarak yeniden yapılandırıldı. Bu yeniden yapılandırma ile Türkiye tarımı tahrip edilmekte, çiftçiliği ortadan kaldırıp yerine şirket tarımcılığını ikame edecek politikalar adım adım uygulanmaktadır. Şirketler lehine aile çiftçiliği aleyhine yukarıda da belirtildiği gibi Tarımda Yeniden Yapılandırma adı altında; "örgütsüz köylü", yerli ve yabancı "örgütlü tüccar ve sanayici" ile karşı karşıya -tek tek bireyler halinde-bırakılmış durumda.

Oysa tarım bir kültür ve yaşama biçimidir. Şirketlere bırakılamayacak kadar hem üreticiler hem de tüketiciler (halk) için yaşamsal önemdedir. Mesleki ve ekonomik örgütlenmeler eksiksiz işlese bile tarımın tahribatında uygulanan politikaların karşısında yetersiz kaldığı/kalacağı aşikardır. Çiftçilerin çiftçilik yapmak, köylü haklarını koruyup geliştirebilmek için ekonomik ve mesleki örgütlerin yanında ayrıca ekonomik, politik, sosyal, kültürel, demokratik ve bağımsız örgütlere/örgütlenmeye ihtiyaçları var.

Tarım sektöründe halihazırda meslek örgütü Türkiye Ziraat Odaları Birliği-TZOB, ekonomik örgütü kooperatifler ve hak arama örgütleri olarak sendikalar mevcuttur.

Çiftçilerin mesleki örgütü Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB), kuruluş kanunu ve mevzuatı gereği Tarım Bakanlığının yan kuruluşu gibi faaliyet yürütmektedir. Çiftçilerin haklarını aramaktan uzaktır.

Üreticilerin ekonomik örgütleri olan Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri'nin (TSKB) entegre tesisleri ve pazarlama birimleri şirketleşmiş, birer piyasa aktörü haline dönüşmüş, çiftçilerle bağı kopmuş vaziyettedir.

Köylülerin hak arama örgütleri olan sendikalar, çok çabalamakta ancak etkili olamamaktadır.

Tarım sektöründeki bu mesleki, ekonomik ve hak arama örgütlerinin hepsinin tabanı aynı, yani çiftçilerdir. Ancak bunların bir ahenk içinde çalışmaları, ortak mücadele yürütmeleri mümkün olmuyor.

Aynı şekilde üretimden pazarlamaya zincirin çiftçilerin kontrolüne vermek, bu yolla tedarik zincirinin kısaltılması ve katma değer ve artı değere ulaşmalarını sağlamak için alternatif kooperatif kurma çalışmaları yürütülmesi çok önemli bir ihtiyaçtır.

ÇAĞRI: DİRLİK İÇİN BİRLİK
Evet. 1980'li yıllardan bu yana devam eden neoliberal uygulamalara bağlı olarak köylülüğün çözülmesinin hızlanmasıyla kırsal nüfusta şiddetlenen kan kaybı, çiftçilerin-köylülerin yaşam ve geçim tarzlarına yönelik saldırılara karşı haklarını birlikte savunacakları etkili bir yapıya ihtiyaç olduğu açıktır. Haklarını savunması için üreticilerin yurt genelinde bölgeler düzeyinde il il, ilçe ilçe Çiftçi Birlikleri çatısı altında dirlik için birlik olmaları kaçınılamaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmış bir gerçektir.

Kurulacak olan/kurulması düşünülen Çiftçi Birlikleri sektördeki mesleki, ekonomik ve hak arama örgütlerine alternatif bir örgütlenme değildir asla. Ancak sektördeki örgütlerin ekonomik, mesleki, politik, hak arama, kültürel ve sosyal mücadelelerin tamamı BİRLİK adıyla kurulacak olan yapılanmanın çalışma ve mücadele alanlarıdır. BİRLİK bu alanda mücadele eden örgütleri paydaş/müttefik olarak görür.

Sermayenin yeni birikim alanı olarak kırsalı seçtiği, yer üstü ve yeraltı varlıkları yağmalamak üzere topyekün saldırılarında atağa kalktığı günümüzde bütün yaşam savunucuları ve örgütleri ile ortak mücadeleyi olmazsa olmaz olarak gören bu birlikler için çalışmaya başlayacağımızı üreticiler ve halklarımıza ilan ederiz.

*Polen Ekoloji Kolektifi Gıda Egemenliği Çalışma Grubu tarafından kaleme alınan yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.