8 Mayıs 2025 Perşembe

Murat Çepni yazdı | Taksim 1 Mayıs'ının gösterdikleri

Kadıköy kararı alan konfederasyonların ardına dizilen düzen içilikle malul bazı reformist güçler, bir kez daha tarihsel rollerine uygun davrandılar. Buraya kadar her şey tamam da şimdi alınan kararı gerekçelendirmek lazım tabii. Koro halinde herkes, klasik "en kalabalık, birleşik 1 Mayıs", "küçük grupların sokak aralarından zorladığı, polisle çatıştığı" bir eylemi tercih etmiyoruz diyerek, durumu, Taksim'i tercih edenleri kriminalize etmeye vardırarak açıklamaya giriştiler. Oysa Taksim kararı tam tersine kitlesel ve birleşik bir 1 Mayıs hedefiyle gündemleştirilmişti. Ve gerçek hedefine de ancak temel öznelerin ortaklaşmasıyla ulaşabilirdi.

1 Mayıs, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü. 2025 1 Mayıs'ını da geride bıraktık, ama tartışmaları sürecek.

Öncesinde yürütülen hazırlık tartışmalarını üç başlıkta ele alabiliriz. Birincisi, İBB'ye yönelik gözaltı ve tutuklamalarla tetiklenen halk ve gençlik isyanının zirvesi haline gelebilecek bir 1 Mayıs.

Derinleşen yoksulluk krizi ile açlık sınırı altında asgari ücret politikası, açlığa mahkum edilen, güvencesiz çalışma koşullarında iş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçiler, emekliler, tarımdan kopartılan emekçi köylülük, emperyalist ve yerli şirketlere peşkeş çekilen doğal varlıklar, kadına yönelik şiddetin tırmanması ve erkek egemen hukuk sistemi, mutlak bir geleceksizliğe mahkum edilen gençlik, Kürt halkının onur ve özgürlük mücadelesi, savaş ve işgal politikaları, Alevilerin eşit yurttaşlık ve inanç özgürlüğü talepleri, grevler, direnişler ve tüm bu ve daha da sayılabilecek sömürü tablosunun yarattığı yıkımın sesini yükselteceği bir 1 Mayıs.

Üçüncüsü de, nasıl bir 1 Mayıs tartışmaları.
Mart isyanının yarattığı mücadele iklimi Gezi'den sonra yeni bir durum olarak tariflenebilir. AKP saldırganlığı ve hukuksuzluğu karşısında toplumda açığa çıkan umutsuzluk ve karamsarlık hali Mart isyanıyla önemli oranda tersine döndürüldü. Yoğun gözaltı ve tutuklama saldırılarına rağmen özellikle öğrenci gençlik zincirlerinden kurtulmuşçasına kampüslerden meydanlara doğru kararlı şekilde eylem haline geçti.

Mart isyanının arkasında sokakta ısrar eden kararlı bir hareketin varlığını da unutmamak gerekir. AKP'li yıllar tüm ağır saldırılara ve örgütsüzleştirme siyasetine karşı başta Kürtler, Aleviler, kadınlar, işçiler, ekoloji alanı olmak üzere sürekli bir direniş durumuna tanıklık etti. Birleşik, iktidar hedefli demokratik devrimci bir odağın yaratılamamış olması, tüm direniş alanlarının kendi sokağından yürümeye, diğerleriyle ortaklık kurmadan kazanmaya çalışması, hareketin en temel zaafı olarak tespit edilebilir.

Birleşik mücadele diye ifade ettiğimiz bu eksiklik hemen herkes tarafından dillendirilmesine karşın, anlamlı bir adım da atılamadı. Burada en etkili olan ise Kürt sorununun demokratik çözümü başlığında sola da yer yer hakim olan sosyal şovenizm hastalığıydı. Devlet son derece ustaca bu durumu örgütledi ve yönetti.

Bu duruma en anlamlı müdahale ise Mart isyanının öncüsü pozisyonundaki gençlikten geldi. Gençlik tümden meşruiyetini kaybeden iktidara ve onun yasakçılığına karşı genel grev genel direniş sloganını yükseltti.

Haftalarca sokakları terk etmeyen halk-gençlik, CHP'yi de aşarak fiili meşru mücadelede ısrarcı oldu. Devamında da pansuman değil toptan değişimin ancak işçi sınıfının da harekete dahil olmasından geçtiğini kendi deneyimlerinden öğrenmiş, savunmuş oldu. Burada "boykot" çağrılarıyla tüketimden gelen gücün farkına varılması ve devamında üretimden gelen gücün rolünün kavranmasının da altını net olarak çizmek gerekir.

Velhasıl, 1 Mayıs 2025 tüm bu gelişmelerin ışığında kendine bir anlam ve yol çizme göreviyle karşı karşıya kaldı.

Söz ve eylem arasındaki tutarlılığa, amaç ve araç arasındaki diyalektik bağa sıkı sıkıya sarılmak zorunda olduğumuz kritik bir dönemden geçiyoruz.

Attığımız her adım, haykırdığımız her slogan, kurduğumuz her örgüt ölüme mahkum edilen yoksul milyonların kurtuluşu açısından küçük ya da büyük, ama mutlaka somut bir şey ifade etmeli.

Yukarıdaki tabloya bağlı olarak tartıştığımızda 1 Mayıs alanı neresi olmalıdır sorusu da bir anlam kazanıyor. Kaldı ki İstanbul 1 Mayıs'ının tüm eylemi belirleyen tarihsel bir rolü ifade ettiğini de belirtmek gerekiyor.

1 Mayıs 2025 birçok boyutuyla tarihi bir fırsat niteliğindeydi. Bunun koşulları kesin olarak vardı. 8 Martlardan gelen kadınlar, Newrozlardan gelen Kürtler, sendika konfederasyonları, meslek örgütleri, direnen işçiler, gençlik, LGBTİ+ ve ekoloji örgütleri, sol, sosyalist ve devrimci güçler…

Kazanmak mı istiyoruz yoksa durumu idare etmekle mi yetineceğiz? Harekete önderlik mi edeceğiz, onu ileri mi taşıyacağız yoksa sistem dışı yanlarını törpülemek için mi uğraşacağız?

1 Mayıs 2025 İstanbul yer tartışmalarını tam olarak bu kapsamda ele alıp tartışmaya çalıştık, çalışıyoruz. Taksim tam da bu ihtiyacın ürünü olarak gündeme gelmiş, yasağa karşı tarihsel meşruiyetle savunulmuştur.

Peki, süreç nasıl gelişti?
DİSK ve KESK başta olmak üzere dörtlü yapı (DİSK, TMMOB, TTB, KESK), hatta CHP de Mart isyanı sürecinde Taksim kararlılığını defaatle ifade etti. Ancak bu çıkışların politik bir kararlılık, yol haritası değil de içi boş bir tehdit olduğu sonrasında ortaya çıktı. Buna şaşıranlar olmuştur ama biz şaşırmadık.
Konfederasyonlar hareketi ileri taşıyacak bir plan yapmak yerine, hareketi miting havasına hapsetmeyi tercih etti. CHP de, kürsülerden "hareketin tartışmasız lideri" gibi kendini konumlandırırken, sıra Taksim'e geldiğinde, "sendikaların kararına uymak zorundayız" diyerek topu hızlıca taca atıverdi. Buna da şaşırmadık.

Gençlik, DİSK ile yaptığı görüşme sonrasında bina önünde DİSK'i protesto eden bir açıklama bile yaptı.

Devlet ise Taksim etrafında büyüyen kararlılığı görerek Kadıköy kapısını araladı. Kadıköy de yasaklı bir alanımızdır. '96'da ölümsüzleşen üç işçi yoldaşımızın anısıyla kızıllaşmış bir alandır. Taksim kararı Kadıköy'ü Yenikapı ile eşitlemek darlığıyla kesin olarak değerlendirilemez. Kadıköy izni kesin olarak devletin Taksim iradesi karşısında bir geri adımı olarak da değerlendirilebilir.

Mesele, tüm sürecin yasakçılığa karşı özgürlük isteğiyle geliştiği, Taksim'in tarihsel simge olmaktan öte bir hareketin meşru hedefine sıçradığı bir anda bu gerçeğe yüzünü dönme politikasızlığıdır. Hareketin gerisinde kalma iddiasızlığıdır.

Kadıköy kararı alan konfederasyonların ardına dizilen düzen içilikle malul bazı reformist güçler, bir kez daha tarihsel rollerine uygun davrandılar.

Buraya kadar her şey tamam da şimdi alınan kararı gerekçelendirmek lazım tabi. Koro halinde herkes, klasik "en kalabalık, birleşik 1 Mayıs", "küçük grupların sokak aralarından zorladığı, polisle çatıştığı" bir eylemi tercih etmiyoruz diyerek, durumu, Taksim'i tercih edenleri kriminalize etmeye vardırarak açıklamaya giriştiler.

Oysa Taksim kararı tam tersine kitlesel ve birleşik bir 1 Mayıs hedefiyle gündemleştirilmişti. Ve gerçek hedefine de ancak temel öznelerin ortaklaşmasıyla ulaşabilirdi.

Kadıköy kararına rağmen sokak hareketi kendi yolundan yürümekte ısrarcı oldu.
Mücadeleci sendikalar, devrimci, sosyalist parti ve hareketler ve üniversite gençliğinin kuruluşunu ilan ettiği Taksim 1 Mayıs Tertip Komitesi kitlesel, birleşik, devrimci 1 Mayıs'ın startını verdi, ilan etti. Bu aşamada kitlesel gözaltılar gündeme geldi. Ancak gözaltılar bırakın hareketi geri çekmeyi, daha da kararlı hale getirdi.

Peki sonuç ne oldu?
Kadıköy 1 Mayıs'ı kitlesellik olarak hedeflenenin fersah fersah uzağında kaldı. Politik olarak da coşku olarak da Taksim 1 Mayıs'ının gölgesinde kaldı. CHP'nin Saraçhane, Yenikapı mitinglerinin bile gerisinde kaldı.

İstanbul'da 1 Mayıs alanı Taksim'dir diyenler büyük bir kararlılıkla Taksim'e yürümek için Mecidiyeköy'de toplanıp yürümeye giriştiler. OHAL koşullarına aldırmadan amaca kilitlenerek, yoğun polis saldırısı altında sloganlarını yükseltti.

Yüzlerce arkadaşımız gözaltına alındı.

1 Mayıs iradesi kazandı ama Kadıköy kararında ısrar edenlerin katkısıyla tarihsel bir fırsat da izinli miting havası içinde kaçırılmış oldu.

Mücadeleci sendikalar, sosyalistler, gençlik öncülüğünde kurulan Taksim 1 Mayıs Komitesi, Taksim ısrarını kriminalize etmeye ve dar grup eylemlerine indirgemeye çalışanlara etkili bir yanıt oldu.

Derdimiz bağcıyı dövmek değil üzüm yemekti. Kazanmak için Taksim dedik ve bu hedefe kilitlendik. Nitekim, kazanan bir kez daha direnişçi çizgi oldu; kazanan Taksim 1 Mayıs iradesi oldu. 

*ESP Eş Genel Başkanı Murat Çepni