20 Haziran 2025 Cuma

Memet Günebakan yazdı | Yeni süreçte faşist rejiminin hapishaneler politikasına karşı mücadele

İnkarcı, sömürgeci karaktere sahip faşist rejimin bu tutarsızlığını yalnızca protesto etmekle sınırlı kalmak, faşizmin varlığından vazgeçerek demokratikleşmesini beklemek tam bir safdillik olur. Günün asıl beklentisi, hele ki rejimin hem içeride hem dışarıda mahkum olduğu durumu da gözetirsek, emekçiler ve ezilenler cephesinde hapishanelere yönelik geliştirilecek politik mücadele hattıdır. Kürt ulusal hareketiyle yürütülen bu süreçte, faşist rejimden beklentileri güçlendirmenin değil, faşist rejime politik tutsakların özgürleştirilmesi taleplerini dayatmanın tam zamanıdır.

Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" hem Kürt ulusal mücadelesi hem Türk burjuva devleti için risk ve olanaklarla dolu yeni bir dönemi başlattı. Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin kesintisiz gelişimi her dönem Türk burjuva devletine kendi kudretini dayatmış tarihsel politik kazanımlar elde ederek ilerlemeyi başarmıştır. Kuşkusuz tüm kazanımlar on yılları aşan kararlı ve direngen mücadelenin sonucudur. Bu mücadelenin en önemli mevzilerinden biri de hiç tartışmasız zindanlardır.

Öcalan'ın 27 Şubat çağrısı sonrasında, faşist rejim devrimci, yurtsever tutsaklara dönük hapishane politikalarının değişeceği, politik tutsakların serbest bırakılmasını sağlayacak yeni adımlar atacağı beklentisi oluşturdu. Kamuoyunda "10. Yargı Paketi" olarak bilinen yasal düzenlemede yapılacağı söylenenlerin hiçbiri yapılmadı, beklenti boşa düştü. Politik tutsaklara yönelik herhangi bir adımın atılmamasını saf bir keyfilik üzerinden değil, tam aksine faşist "devlet aklı"nın hakikati üzerinden okumak durumu daha anlaşılır kılacaktır. Bu hakikat, Türk burjuva devletinin hapishaneler siyasetinde ve sicilinde kayıtlıdır. Bu siyasal pratik ve sicile kısaca göz atmakta yarar var.

Faşist diktatörlüğün devrimci tutsaklara uyguladığı infaz ve zindan politikası; onları ezmek, teslim almak, iradelerini kırmak, pişmanlık, intikam almak ve devlete baş eğmeyi sağlamak amacı taşımıştır. Sömürgeci faşist rejimin devrimci/yurtsever tutsaklara yönelik zindan politikası tarihsel süreçlerde farklı pratiklerle şekillenmiştir. Bu pratiklerin ortak paydası, kimi dönemler çıplak ve vahşi terör, kimi dönemler yasalar biçiminde olsa da işkence, katliam ve şiddet olmuştur.

Politik tutsaklara yönelik zindan politikalarının doğrudan ordu eliyle yürütüldüğü 1972 ve 1980 askeri faşist darbeleri dönemlerinde insanlık dışı ve vahşi uygulamalar doruğa varmıştır. Kürt ulusuna yönelik geleneksel devlet tavrının somut bir yansıması olan Diyarbakır Hapishanesi, sömürgeci Türk ırkçılığının ve ayrımcılığının bir sembolü olmuştur.

1984 yılına kadar süren işkence, ölüm ve insanlık dışı uygulamalar bu tarihten sonra yasal çerçeve içine alınarak hukukileştirildi. İntikamcı "devlet aklı", siyasi tutsak/adli tutuklu-hükümlü ayrımı yaparak iki ayrı hukuk ve cezalandırma mekanizması işletti. Özel tip hapishanelerin ve tek tip elbisenin devreye sokulmasıyla faşist rejim zindan politikasını başka bir evreye taşıdı.

1991 yılında yasalaştırılan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ile devrimci muhalefete karşı yargılama, ceza ve infaz politikalarını birleştiren faşist rejim, tecrit-hücre hapishane ve infaz politikasını da yasallaştırdı. F tipi tecrit hapishanelerine karşı içeriden ve dışarıdan yükselen başta ölüm orucu ve açlık grevleri olmak üzere bütün mücadeleleri bastırmak için 19 Aralık'ta hapishanelere yönelik katliamcı operasyonlar yaptı. Türkiye tarihindeki en büyük hapishane katliamını gerçekleştirdi.

Dünden bugüne politik tutsaklar cephesinden dönem dönem önemli direnişler ve kazanımlar elde edilse de faşist rejimin politik tutsaklara yönelik vahşi politikaları hala varlığını sürdürüyor. PKK lideri Abdullah Öcalan üzerinde cisimleşen tecrit politikası tüm siyasi tutsaklar üzerinde varlığını sürdürmektedir. Günümüzde kuyu tipi hapishaneler tecridin en ağır halinin yaşandığı yerlerdir. Bunun yanında genel olarak hapishaneler; ağır tecrit, yaygınlaşan işkence, yayın ve kitap kısıtlamaları, hasta tutsakların serbest bırakılmaması, mektup ve ziyaret yasakları, infaz yakarak ve İdare Gözlem Kurulları'nın kararlarıyla tahliyeleri engelleme, sürgün sevkler ve ziyaretçileri, tutsaklara para, kıyafet gibi ihtiyaçları karşılayanları tutuklama yoluyla birer faşist toplama kamplarına dönüşmüş durumda.

Hapishanelere dair böylesi bir sicile ve zulüm tablosuna sahip "devlet aklı"nın politik tutsaklara yönelik pozitif bir adım atmaması gayet anlaşılır bir durumdur. Oysa Kürt ulusal hareketi ile yürütülen bu süreçte en hızlı ve en somut adımların atılabileceği gündemlerin başında hapishaneler gelir. Çünkü tüm toplumu ilgilendiren yakıcı bir gündemdir.

Şubat ayından bu yana kamuoyunun gündeminde olan ve yargı alanında "reform" adı altında sunulan 10. Yargı Paketi Kanun Teklifi, siyasi tutsaklara dair en somut ve yakıcı talepleri dahi karşılamaktan uzak kalmıştır. "Ceza adaletini daha etkin sağlayacağız", "infaz eşitliği adına önemli düzenlemeler yapacağız", "hasta mahpuslarla ilgili olumlu gelişmeler yasada yer alacak", "konutta infaz usullerinden daha çok kişi yararlanacak", "Covid yasasındaki eşitsizlikleri düzelteceğiz" gibi ifadeler Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'a ait olmasına rağmen son haliyle meclisten geçen 10. Yargı Paketi söylenenlerin hiçbirini içermemektedir.

Gelinen süreçte devlet tarafından henüz somut bir adımın atılmamasına şaşırmak, faşist rejimin eylemsizliğini yalnızca "samimiyetsizlik" olarak okumak ya politik körlüktür ya da rejimin karanlık hapishaneler tarihini görmezden gelmektir. Bugüne kadar en zor denilen uygulamaları dahi bir gecede yayınladığı kararnamelerle hayata geçiren faşist şeflik rejiminin devrimci, yurtsever tutsakların taleplerini hayata geçirmemesi tamamen rejimin karakteri gereğidir. İnkarcı, sömürgeci karaktere sahip faşist rejimin bu tutarsızlığını yalnızca protesto etmekle sınırlı kalmak, faşizmin varlığından vazgeçerek demokratikleşmesini beklemek tam bir safdillik olur. Günün asıl beklentisi, hele ki rejimin hem içeride hem dışarıda mahkum olduğu durumu da gözetirsek, emekçiler ve ezilenler cephesinde hapishanelere yönelik geliştirilecek politik mücadele hattıdır. Kürt ulusal hareketiyle yürütülen bu süreçte, faşist rejimden beklentileri güçlendirmenin değil, faşist rejime politik tutsakların özgürleştirilmesi taleplerini dayatmanın tam zamanıdır.

Bu meselenin tek muhatabı da burjuva egemenler değildir. Politik özgürlüğün kazanılması ve demokratik taleplerin faşist rejime dayatılarak kazanımlar elde edilmesinde asıl muhatap ve özne, halklarımızdır, tüm uluslardan emekçiler ve ezilenlerdir.

Devrimci yurtsever tutsakların taleplerinin, faşist rejimin vicdanına bırakıldığı her süreç 19 Aralık'a, Diyarbakır zindanına gebedir. Kuvvetini ve eylemliliğini ezilenler ve emekçiler cephesinden alan her mücadele daha direngen, daha tutarlı, kararlı ve sonuç alıcıdır. Tüm bir tarih ezilenlerin koparıp alan mücadele pratikleriyle doludur.

Sürecin riskler barındırdığı gibi olanaklar da sunduğu açıktır. Hapishaneler gündemini güçlüce emekçilerin ve ezilenlerin gündemine taşımak ve bu gündemi faşizmi geriletmek için bir manivela olarak kullanmak sürecin önemli olanaklarından biridir.

Devrimci yurtsever tutsakların zindanlarda yarattığı direniş tarihi ve kazanımları elbette ki faşizme çoğu zaman geri adım attırmıştır. Bugünün en acil görevi, bu direniş hafızasını tazeleyerek faşist rejimin toplama kamplarına dönüşen zindanlara yönelik emekçiler ve ezilenler cephesinde protestoyla sınırlı kalmayan politik bir mücadele hattı yaratmaktır.

Kuyu tipi hapishanelerdeki tecrit başta olmak üzere faşist rejimin tecrit politikasına ve en nihayetinde devrimci yurtsever tutsaklara yaşattığı hak gasplarına karşı mücadele etmek görevdir. Devrimci, yurtsever tutsaklarla anılan zindanlar bugün en ufak muhalif sesten herkesin uğrak noktası haline gelmiştir. Bu durum aynı zamanda şovenizmi geriletmek için bir olanak olarak okunmalı ve faşist rejimin hapishane politikasına karşı topyekun bir mücadele hattı oluşturulmalıdır. Günün devrimci görevi politik tutsaklara özgürlük talep ve şiarıyla fiili meşru mücadeleyi yükseltmektir.