14 Ağustos 2025 Perşembe

Hivda Selen yazdı | 23. İstanbul Onur Yürüyüşü'nün izinden yaşamda ısrar

Lubunya hareketinin yalnız bırakılmasının, her yürüyüşü onur yürüyüşü olsa da politik eyleminin haziran aylarıyla sınırlandırılmasının karşısında sosyalist hareket ve lubunya hareketi yan yana gelmeye, karşılıklı birbirini anlamaya, sosyalist hareketin bu birlikteliğin emekçiliğini daha fazla üstlenmeye ihtiyaç var. Daha önce de söylediğimiz gibi sahipleneni az diye hakikate hürmet etmekten vazgeçmiyoruz. Hep birlikte yaşamda ısrar ediyoruz.

1969 yılında Amerika'da Stonewall Inn adlı bir gay barda yaşanan polis şiddeti ve baskılara karşı başlayan ayaklanma, LGBTİ+ hareket tarihinde dönüm noktası olmuştur. Stonewall ayaklanmasının heteroseksizme karşı örgütlenen ilk açık direniş olduğunu söyleyebiliriz. New York sokaklarında eylem ve çatışmalarla geçen 4 gün, LGBTİ+'ların mücadele deneyiminin önemli bir dönüm noktası olarak dünyanın neredeyse her yerinde haziran ayının son haftası Onur Haftası, Onur Haftası'nın son günü olan pazar günü ise Onur Yürüyüşü ismiyle kutlanır, Stonewall anısına bir dizi etkinlik gerçekleştirilir. Burada kastedilen onur, LGBTİ+'ların kendi varoluşlarından utanmayışının yansıması, onurudur.

Türkiye'de ise Onur Haftası ilk kez 1993'te "Cinsel Özgürlük Haftası" ismiyle kutlanmak istenmiş fakat çeşitli engellemelerle karşılaşılmıştır. Onur Yürüyüşü ise ilk kez 2003 yılında İstanbul'da düzenlenmiştir. 2011'de düzenlenen Onur Yürüyüşü 10 bin kişinin yürümesiyle Balkanlar'da ve Türkiye'de düzenlenen en büyük Onur Yürüyüşü olmuştur. Gezi ayaklanması, yüzbinlere varan bir kitle ile LGBTİ+ varoluşun en görünür olduğu zaman dilimlerinden olmuştur. Türkiye'de 2015 yılının ardından değişen siyasi atmosfer LGBTİ+ hareketini de etkilemiş, Onur Yürüyüşleri 2015 yılı itibariyle çeşitli engelleme ve yasaklarla karşı karşıya kalmıştır. Her sene dozu gittikçe artan saldırılar neredeyse "yasal" hale getirilirken, 2025 yılının Erdoğan tarafından "aile yılı" ilan edilmesinin ardından 23. İstanbul Onur Yürüyüşüne yönelik polis şiddetiyle 53 kişi gözaltına alındı, ben, Sinem ve Doğan tutuklandık. Türkiye'de erkek egemen heteroseksist faşizm bu tutuklamayla Onur Yürüyüşleri tarihinde bir ilke imza atmış oldu. Bunun yanı sıra Trans Onur Haftası sürecinde yaşanan erkek devlet şiddeti de bilinen bir gerçek.

Tarihi kendimizden başlatmadan, yaşanan saldırıyı ve tutsaklığı da normal görmeden süreci anlamaya çalışmanın, yıllardır artan nefret politikalarının geldiği noktayı, somut yansımalarını ve bundan sonra neler olabileceğini okumaya çalışmanın önemli olduğunu söylemeliyiz. Türkiye'de heteroseksizm ve nefret suçları AKP iktidarıyla başlamamış olsa da AKP-MHP iktidarıyla körüklenmiş, kendi kitlesini konsolide etmenin bir aracı haline getirilmiştir. Güncel olarak seçim süreçlerinde özel bir propaganda konusu olması bundan mütevellidir. 3. dünya savaşının ön günlerinde olduğumuz gerçeğini de göz önüne aldığımızda "aile yılı" politikası ve nefretin "yasal"laştırılması çabasının öylesine olmadığını söyleyebiliriz. Bölgesel anlamda emperyalist paylaşım savaşlarına hazırlık yapılmaya girişilmişken, AKP'nin de bunun dışında kalmayacağını söylemek hepimizin malumu. Sadece buradan ibaret olmasa da emperyalist savaşlara asker yetiştirmenin bir programı olarak hayata geçirilen "aile yılı" politikası kadınları evlere, kutsal aileye hapsetmeyi, bedenlerini gasp etmeyi hedeflerken, kutsal aileye düşman ve bu politikasının önünde de bir engel olarak LGBTİ+'ları konumlandırıyor. Haliyle bir ilke imza atarak Onur Yürüyüşüne katılma ihtimalini dahi tutuklama gerekçesi yapabiliyor.

Üçümüzün seçmece bir biçimde tutuklanmasının siyasi bir karar olduğunu düşünmeyenimiz yoktur. Bu siyasi kararın iki temel hedefi var. Biri LGBTİ+'lara gözdağı vermek iken diğeri de sosyalist hareketi LGBTİ+'lardan uzak durmaya yönlendirme mesajı içeriyor. Tüm bu saldırılar lubunyaları dostlarından, toplumsal yaşamdan yalıtmayı ve politik hareketliliğini de imha etmeyi hedefliyor. Haliyle hepimize çok özel görevler düşüyor.

Tutuklu olduğumuz süreçte karşı karşıya kaldığımız hak gasplarına karşı lubunyaların direncine, onuruna yaraşır bir politik duruş sergileme gayretiyle süreci göğüslemeye çalıştık. 2911'den tutuklanmış olmamıza rağmen "LGBT konusu" adıyla bir suç kapsamı üretilerek kendilerince bizi "rencide etmek" istedikleri her anda lubunyaların günlük yaşamda yaşadığı nefretin çok sınırlı bir biçimini yaşadığımızı kendimize hatırlatmaya çalıştık. Tüm bunların yanı sıra LGBTİ+ hareketi güncel devlet saldırıları karşısında nereden gelişebileceğini, gençlik ve emekçi sol hareketin lubunyaları nereden güçlendirebileceğini düşünme gayretinde olduk.

"Aile yılı" politikasının ve nefretin yasallaşmasının karşısında ortak ve birleşik bir mücadeleye ihtiyaç var. Aksi durum kadınların evlere, şiddet dolu ailelere hapsedildiği, LGBTİ+'ların katledilmesinin, nefret suçlarına maruz kalmasının yasallaştığı bir tablodur. Lubunya hareketinin yalnız bırakılmasının, her yürüyüşü onur yürüyüşü olsa da politik eyleminin haziran aylarıyla sınırlandırılmasının karşısında sosyalist hareket ve lubunya hareketi yan yana gelmeye, karşılıklı birbirini anlamaya, sosyalist hareketin bu birlikteliğin emekçiliğini daha fazla üstlenmeye ihtiyaç var. Bu süreçte çok güçlü bir dayanışma örgütlendi, bu dayanışmanın nefret politikalarına karşı güçlü politik çalışmalara alan açacağını umut ediyoruz. Daha önce de söylediğimiz gibi sahipleneni az diye hakikate hürmet etmekten vazgeçmiyoruz. Hep birlikte yaşamda ısrar ediyoruz.