31 Mayıs 2025 Cumartesi

Gülistan Behrareş yazdı | Gezi'den bugüne kitle hareketi

Gezi ayaklanmasında ortaya çıkan kitle hareketi kendiliğinden gelişen ama milyonları kapsayan, sokağa taşıyan bir biçim almıştı. Farklı kimliklerin, sınıfların, halkların iktidara öfkesinde birleşen Gezi ayaklanmasında en temel sorunun devrimci yapıların öncülük etmedeki eksikliği olduğunu söylemiştik. 12 yıl sonra 19 Mart'ta başlayan kitle hareketiyse daha çok gençliğin ve işçilerin yoğun katılımıyla gerçekleşmiştir. Gezi ayaklanmasındaki kitlesellik bugün yakalanamadığı gibi farklı kesimlerin talepleri etrafında birleşik mücadele zemini de yaratılamadı.

Tencerelerle ses çıkaranlar, şarkı söyleyenler, dans edenler, molotof atanlar, tanklara direnenler. Kitlelerle dolu sokaklar, gelecek arayışında gençler, haykıran bir toplum, polis barikatları, tutuklamalar ve katledilenler. Onur ve özgürlük isyanı Gezi ayaklanmasının ardından tam 12 yıl geçti. 1970 yılındaki işçi ayaklanması ve 2013'deki Gezi ayaklanmasıyla haziran ayı Türkiye'de direnenlerin tarihinde ciddi izler bıraktı. Gezi sonrası keza yine Türkiye direnişlere ve kitle hareketlerine tanık oldu. Peki, kitle hareketi bu deneyimleriyle nereye doğru gelişti ve hangi eşiklerden geçti veya geçemedi? Faşist Türk devletinin siyasi ve ekonomi politikaları kitle hareketlerini nasıl etkiledi? Devrimci yapıların kitle hareketleriyle ilişkilenişi hangi yöndeydi? Gezi'den bugüne geleceğe hangi sonuçlar çıkartılmalı?

Lenin, "Ne Yapmalı" eserinde kitleleri, henüz belirli bir siyasal bilinç düzeyine ulaşmamış olsalar bile mevcut koşullardan hoşnutsuzluk duyan ve değişimi arzulayan geniş halk yığınları olarak tanımlar. Kitle hareketini ise işçilerin ve ezilenlerin ister örgütlü ister kendiliğinden gelişen kitlesel eylemleri olarak ifade eder. Aynı zamanda devrimci mücadelenin gelişimi için bu bilincin dıştan verilmesi gerektiğinin vurgusunu yapar ve devrimci öncülüğü bu göreve tabi tutar. Antonio Gramsci, Lenin'e katılmasıyla birlikte kültürel değişime vurgu yapar. Kültürel hegemonyanın bilinç değişikliğindeki önemini öne çıkarır. Faşist Türk devleti tarihi boyunca kitleleri bilinç arayışında engellemiş ve kitle hareketlerini yıkmak için elindeki tüm araçları kullanmıştır. Eğitimden yoksun, korkan ve sorgusuzca boyun eğen bir toplum yaratma hedefinin, politik İslam temelinde dizayn etme çabasının önünde engel olan her başkaldırı, korku ve baskıyla cevaplanmıştır. Fakat tarihte iz bırakan 2013 Gezi ayaklanması ve 19 Mart'ta yaşanan kitle hareketi bu koşullara rağmen veya tam da bu koşullardan kaynaklı patlak vermiştir.

KİTLE HAREKETİNİN 12 YILLIK GİDİŞATI
Bu 12 yıllık süreç içinde Suruç ve Ankara katliamları, depremler, çokça gözaltı, tutuklama saldırısı yaşandı, yoksulluk krizi derinleşti. Suruç katliamının yaşandığı Temmuz 2015'den sonra, 2016'da darbe girişimini takip eden OHAL süreci ve sıkıyönetim ilanı kitle hareketi üzerinde dolaysız etkilere yol açtı. İnsan Hakları Derneğinin (İHD) de raporlaştırdığı, ifade özgürlüğü ve toplantı, gösteri hakkının sistematik ihlali, tutuklama ve polis şiddeti kitle hareketlerini boğma çabalarının göstergesi idi.

2013 yılında ilk olarak İstanbul'daki Gezi Parkı'ndaki ağaçları koruma amacıyla başlayan çevreci protesto, polisin direnişe şiddetli saldırısının ardından kısa sürede iktidar karşıtı bir isyana dönüştü. Gezi ayaklanmasındaki hareket çoğulcu bir kitleye sahipti. Farklı kesimlerden insanlar aynı talepler ekseninde bir araya gelmiş, bu talepleri kazanmaya kilitlenmişti. Kadınlar, gençler, işçiler, işsizler, LGBTİ+'lar bu hareket içerisinde yer alırken, devrimci örgütler kitle hareketini yönetmede kimi zayıflıklar yaşadı. Kendiliğinden oluşan bu ayaklanmada 80 ilde (Bayburt dışındaki tüm kentler) milyonlarca insan sokağa döküldü. Binlerce gözaltı, yaralı ve Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan katledildi. Tam da Gezi ayaklanması sürerken, Amed'in Lice ilçesindeki kalekol yapımını protesto eyleminde askerlerin ateş açması sonucu Medeni Yıldırım katletildi. Katliamlara rağmen yaklaşık bir ay boyunca kitleler sokakları terk etmedi.

Ardından 2014'te Kobanê'ye DAİŞ'in saldırısı ve Türk devletinin rolüne karşı, 2021 yılında Boğaziçi Üniversitesi'ne kayyum rektör atanmasına karşı veya Van gibi Bakur Kürdistan'daki kayyumlara karşı kitle hareketleri yaşandı. Genelde kendi yaşam alanlarına dönük saldırılara ve bir ezilen kimliğin talepleri etrafında oluşan kitle hareketleriydi bunlar. Kadın kitle hareketi tüm baskılara ve saldırılara rağmen sürekliliğini korumayı başardı. Özellikle kadın katliamına karşı önemli bir direniş sergiledi. İstanbul Sözleşmesi gibi temel kazanımlara dönük saldırılara karşı direnişte öncü eksikliği en berrak biçimiyle görünürken, bu sorun bugün de devam etmekte.

Bu süreçte kapitalizmin doğayı talanına karşı gelişen ekolojik mücadeleler yaşandı. Her bir örnekte kitlesellik söz konusu olsa da özelikle mart direnişi niceliksel fark yarattı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun diplomasının iptali, gözaltına alınarak tutuklanması ve görevden alınışıyla başlayan, ancak İmamoğlu ve CHP'yi aşan ayaklanmaya yön veren özgürlük talebi oldu. Geniş çapta gözaltı, baskı, tutuklama, cinsel işkenceye rağmen gittikçe kitleselleşen bu direnişe üniversiteli ve liseli gençliğin dinamizm kazandırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. CHP'nin kendisine bırakılsa sandık çağrıları ve birkaç saldırıyı kınayan açıklamayla sınırlı kalacak ayaklanma, geleceksizliğe isyan eden genç kitlelerin sokaklara çıkışıyla farklı bir boyut kazanmış oldu. Gençliğin yanı sıra yoksullaşma krizi, zamlar ve hayat pahalılığı işçileri, emekçileri, kadınları aynı şekilde isyana sürükledi. Faşist Türk devletinin geniş gözaltı ve bayram günlerini uzatma gibi saldırıları ve hamlelerinin yanı sıra reformist, liberal kesimlerin kitle hareketini geri çeken yaklaşımları, siyasal mücadele ile işçi hareketinin taleplerini birleşik mücadele zeminine çekmedeki eksiklikler hareket üzerinde negatif bir etki yaratmıştır.

KİTLE HAREKETİNE DAİR TARTIŞMALAR VE SONUÇLAR
Gezi ayaklanmasında ortaya çıkan kitle hareketi kendiliğinden gelişen ama milyonları kapsayan, sokağa taşıyan bir biçim almıştı. Farklı kimliklerin, sınıfların, halkların iktidara öfkesinde birleşen Gezi ayaklanmasında en temel sorunun devrimci yapıların öncülük etmedeki eksikliği olduğunu söylemiştik. 12 yıl sonra 19 Mart'ta başlayan kitle hareketiyse daha çok gençliğin ve işçilerin yoğun katılımıyla gerçekleşmiştir. Gezi ayaklanmasındaki kitlesellik bugün yakalanamadığı gibi farklı kesimlerin talepleri etrafında birleşik mücadele zemini de yaratılamadı.

Gezi ayaklanması döneminde çocuk yaşlarda olan, hatta bir kısmı bebek olan gençlerin bugün sokağa çıkışlarında Gezi'yi referans almaları, doğru yöne baktıklarını gösteriyor. Gezi ayaklanmasında ölümsüzleşenlerin isimlerinin sokaklara, kampüslere taşınması, yine Suruç katliamında ölümsüzleşen sosyalist gençlerin adlarının eylemlerde yer bulması, gençliğin yüzünü devrimcilere, sosyalistlere döndüğünün işaretidir.

Ancak Gezi'den bugüne liberalizmin, reformizmin etkileri ve devrimci yapıların daralma sorunları, yine Gezi'de olduğu gibi bugün de devrimci öncü tartışmasını güncelleştiriyor. Devrimci yapıların kitlelerle ilişkilenişi, etkin konumlanması, "üstenci"liğini yıkması ve kitlelerle yabancılaşması sorunlarına karşı mücadele etmesi bugün bakımından büyük önem taşıyor.

Gezi'den bugüne kitle hareketine baktığımızda farklı sonuçlara varabiliriz. Türkiye'deki faşist şeflik rejimi koşullarında kitlelerin memnuniyetsizliği farklı dönemlerde, farklı alanlarda, farklı biçimlerde açığa çıkıyor ve direnişler patlak veriyor. Örgütsüzlüğün dayatıldığı bugünkü koşullarda kitle hareketi içerisinde devrimci yönlendirme git gide zorlaştığı gibi önemi de artıyor. Devrimci yapıların daralma sorunları ve iddia zayıflığı ile gelişen kitle hareketleri süreğen bir gerçekliği yansıtsa da bu durumu tersine çevirmenin önemli devrimci imkanlar yaratacağı biliniyor. Aynı zamanda faşist şeflik rejiminin saldırıları altında ezilen tüm halkların, kadınların, gençliğin ve işçi sınıfının mücadelesini birbirine yakınlaştırma ve ortak talepler etrafında birleşme görevi keza devrimcilerin önünde duruyor. Dünyanın birçok yerinde kendisini gösterdiği gibi Türkiye'de de yeni genç nesil yeni faşist hareketlere karşı direnmekte. Sürekli küçümsenen ve apolitik sayılan gençlik bugün geleceksizliğe karşı ciddi bir direniş örgütlemekte.

Bugün özelikle genç devrimcilerin kuyu tipi hapishanelerde tutulması ve irade kırılması için hak gasplarını yaşaması tesadüf değil. "Gezi'de çocuktuk bugün buradayız" diyen gençler ve Gezi'ye katılanların Gazi ayaklanmasından etkilenmesi Türkiye'deki direniş ruhunu ve geleneğini yansıtmaktadır. Bu dinamizmi devrime doğru örgütleme görevi de Lenin'in de dediği gibi devrimcilere düşüyor.