29 Mayıs 2025 Perşembe

Cumartesi Anneleri'nden 30. yıl paneli

Mücadelelerinin 30. yılını dolduran Cumartesi Anneleri, "Cezasızlık ve inkarın gölgesinde kayıpları aramak" başlıklı bir panel düzenleyerek, gözaltında kaybetmeler, cezasızlık rejimi, hakikat hakkı ve adalet mücadelesinin toplumsal ve hukuki boyutlarını tartıştı.

Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbeti ve faillerin cezalandırılması için sürdürdükleri mücadele 30. yılını dolduran Cumartesi Anneleri, "Cezasızlık ve inkarın gölgesinde kayıpları aramak" başlıklı bir panel düzenledi.

İstanbul'da yapılan etkinliğin moderatörlüğünü Sebla Arcan üstlenirken, Dr. Hülya Dinçer, Doç. Dr. Berke Özenç, Prof. Dr. Mithat Sancar ve kayıp yakını İkbal Eren konuşmacı olarak yer aldı. Panelde, gözaltında kaybetmeler, cezasızlık rejimi, hakikat hakkı ve adalet mücadelesinin toplumsal ve hukuki boyutları tartışıldı.

DİNÇER: KAYIPLAR MÜCADELESİ KİMLİK VE HAFIZA MÜCADELESİDİR
Etkinlikte "Zorla kaybetmeler, cezasızlıkla mücadele ve hakikat hakkı" başlıklı bir sunum yapan Dr. Hülya Dinçer, "Zorla kaybetme, yalnızca öldürmek değil, kişinin hukuki varlığını inkar etmektir. Bu nedenle kayıp mücadelesi bir kimlik ve hafıza mücadelesidir" diyerek, Cumartesi Anneleri'nin on yıllardır sürdürdüğü direnişin, hem toplumsal hem de hukuki anlamda bir adalet arayışı olduğunu belirtti.

2012-2014 müzakere sürecinde bazı soruşturma dosyalarının yeniden açıldığını ve Meclis'te araştırma komisyonlarının kurulduğunu hatırlatan Dinçer, 2015 sonrası bu kazanımların büyük oranda geriye çekildiğini belirtti.

Cumartesi Anneleri'nin 700. haftadan bu yana maruz kaldığı yasakların ve haklarında açılan davaların, Türkiye'deki cezasızlık rejiminin geldiği noktayı gösterdiğini vurgulayan Dinçer, "Bu davalar beraatle sonuçlansa da, adalet talebinin kriminalize edilmesi, toplumsal muhalefete açık bir gözdağıdır" dedi.

'HALKLARIN BELLEĞİNDE ZAMANAŞIMI YOKTUR'
Dinçer, zamanaşımı uygulamalarının hakikat arayışının önünde ciddi bir engel oluşturduğunu ifade etti. Zorla kaybetmenin devam eden bir suç olduğunu ve uluslararası hukukta zamanaşımı kapsamı dışında tutulduğunu belirten Dinçer, Türkiye'de ise bu suçların sistematik biçimde zamanaşımı gerekçesiyle kapatıldığını kaydetti.

Cemil Kırbayır ve Nurettin Yedigöl dosyalarına dikkat çeken Dinçer, Anayasa Mahkemesi'nin dahi zorla kaybetme suçunun süregiden niteliğini görmezden geldiğini belirtti. "Zamanaşımı, adaleti tesis etmek yerine, kayıp yakınları için bir eziyete dönüşüyor. Oysa halkların belleğinde zamanaşımı yoktur" dedi.

'MÜCADELE GELECEĞE YÖN VERİYOR'
Adaletin sadece bireysel faillerin cezalandırılmasıyla değil, devletin kurumsal sorumluluğunun ortaya konmasıyla mümkün olabileceğini ifade eden Dinçer, "Ceza yargılaması, mağdurun politik varlığının, haysiyetinin ve kimliğinin tanınmasıdır. Bu olmadan gerçek bir barıştan söz edemeyiz" dedi.

"Mahkeme salonları, sokaklar yasaklandığında kayıp yakınlarının sesi oldu. Cumartesi Anneleri yargılanırken adalet talebi kürsüye taşındı" diyen Dinçer, bu mücadelenin yalnızca geçmişe değil, geleceğe de yön verdiğini söyledi.

ÖZENÇ: TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ SİYASİ EŞİTLİĞİN BİR ARACIDIR
"Toplanma özgürlüğü ve mekan yasakları: Hukuka aykırı yasakları geçersiz kılan Cumartesi Anneleri" başlıklı sunumda konuşan Doç. Dr. Berke Özenç, toplanma özgürlüğünün yalnızca ifade özgürlüğünün bir uzantısı olmadığını, aynı zamanda siyasi eşitliğin ve doğrudan katılımın bir aracı olduğunu vurguladı. Özenç, Cumartesi Anneleri'nin Galatasaray Meydanı'ndaki ısrarlı eylemlerini bu bağlamda değerlendirdi.

Toplanma özgürlüğünün, çoğunluk iktidarına değil, siyasi eşitliğe dayanan bir demokrasinin temel unsuru olduğunu belirten Özenç, bu özgürlüğün mekan ve zaman seçim hakkını da içerdiğini söyledi. Göstericilerin mesajlarını ulaştırmak istedikleri kitleye doğrudan ulaşabilmelerinin önemine dikkat çeken Özenç, "Toplanmanın mekânı, açıklanan düşüncenin muhataplarına ulaşabilmesini sağlar. Bu nedenle tüm kamusal alanlar gösterilere açık olmalıdır" dedi.

'YASAKLAMA KARARLARI ANAYASAYA AYKIRI'
1982 Anayasası'nın 34. maddesinde güvence altına alınan "önceden izin almama" ilkesine rağmen, Türkiye'de fiili bir izin sisteminin uygulandığını söyleyen Özenç, "Valilikler neredeyse her siyasi olay öncesinde genel yasaklama kararları ilan ediyor. Bu durum, Anayasa'nın açık lafzına aykırı" ifadelerini kullandı. Türkiye'de toplantıların yalnızca valiliklerin belirlediği sınırlı sayıda mekanda yapılmasına izin verildiğini kaydeden Özenç, "İstanbul'da belirlenen 38 alan dışında yapılan her toplantı yasa dışı ilan ediliyor. Bu da toplanma özgürlüğünü yok sayan bir uygulamadır" diye konuştu.

'CUMARTESİ EYLEMLERİ ANAYASAL HAKLARIN SOMUT SAVUNUSUDUR'
25 Ağustos 2018'deki 700. hafta eylemiyle birlikte Cumartesi Anneleri'nin Galatasaray Meydanı'na çıkmalarının engellenmeye başlandığını hatırlatan Özenç, Anayasa Mahkemesi'nin Maside Ocak başvurusunda verdiği ihlal kararına rağmen, sonraki eylemlerde de gözaltıların sürdüğünü ifade etti. "Bugün sembolik biçimde sadece 10 kişiyle, yedi gün yirmi dört saat bariyerlerle kapalı olan Galatasaray Meydanı'nda eylem yapılmasına izin veriliyor" diyen Özenç, bunun fiili bir engelleme hali olduğunu belirtti.

Cumartesi Anneleri'nin mücadelelerinin, toplanma özgürlüğünün mekan ve zaman seçim hakkı açısından tarihsel bir öneme sahip olduğunu dile getiren Özenç, "Tüm engellemelere rağmen Galatasaray Meydanı'nda, Cumartesi günlerinde yapılan bu eylemler, anayasal hakların somut savunusudur" dedi. Özenç, sözlerini şu ifadelerle tamamladı: "Bir yanda Anayasa ve bağlayıcı yargı kararları, diğer yanda darbe döneminden kalma otoriter bir kanun var. Bu bariz çelişki, toplanma özgürlüğünü ısrarla savunanların çabalarıyla aşılmaya çalışılıyor. Cumartesi Anneleri bu mücadelenin sembolüdür."

SANCAR: YAS TUTMA HAKKI DA GASP EDİLİYOR
Prof. Dr. Mithat Sancar, "Geçmişle yüzleşme, hesaplaşma ve geçiş dönemi adaleti" başlıklı sunumunda gözaltında kaybetmeler, faili meçhul cinayetler ve devlet şiddetinin yarattığı kolektif travma ile yüzleşmenin hem toplumsal hem de siyasal bir zorunluluk olduğuna dikkat çekti. Sancar, kayıplar meselesinin sıradan bir insan hakkı ihlali olmadığını, travmanın bedeni bulunamayan insanlarla ve tutulamayan yaslarla derinleştiğini ifade etti.

Bu ihlallerin yalnızca yaşam hakkını ortadan kaldırmakla kalmadığını, yas tutma hakkını da gasp ettiğini vurgulayan Sancar, "Yas hakkı, kayıpla başa çıkmanın en önemli araçlarından biridir. Bedeni bulmak, bir mezara kavuşmak, vedalaşmak... Bunlar olmadan yas tutulamaz. Bu da çok ağır bir bedel olarak ödeniyor" dedi. Sancar, kayıp yakınlarının yalnızca sevdiklerini değil, onları uğurlama ve hatırlama hakkını da yitirdiklerini, bu durumun ise "yası tutulmaya değmeyen yaşamlar" ayrımına yol açtığını söyledi.

'BARIŞ HAKİKAT VE ADALETLE KALICI HALE GELEBİLİR'
Geçiş dönemi adaleti kavramının, çatışmalı ya da otoriter dönemlerden demokratik barışa geçiş sürecinde yaşanan hak ihlallerinin nasıl ele alınacağını ifade ettiğini belirten Sancar, Türkiye'nin hem çatışmalı dönem hem de otoriter rejim deneyimlerine sahip olduğunu vurguladı. "Türkiye'de barış ve demokrasi hedefleri mutlaka birlikte düşünülmeli. Çünkü sadece bir çatışmadan çıkmıyoruz, aynı zamanda otoriter pratiklerle de hesaplaşmak zorundayız" diyen Sancar, barışın ancak hakikat ve adaletle birlikte kalıcı hale gelebileceğini ifade etti.

Yüzleşmeden birlikte barış içinde yaşamanın mümkün olmayacağını vurgulayan Sancar,"Gerçekliği biliyoruz ama hakikat başka bir şey. İnsanlar nasıl kaybedilebildi, toplumsal suskunluk nasıl sağlandı? Bunları ortaya koymadan bu yapıyı dönüştüremeyiz" dedi.

'HESAPLAŞMANIN TEK YOLU YARGILAMALAR DEĞİL'
Geçmişle hesaplaşmanın tek yolunun yargılamalar olmadığını belirten Sancar, tanıklıkların kabul edilmesi, mağdurlardan özür dilenmesi, hafıza mekanlarının kurulması gibi yöntemlerin de önemli olduğunu kaydederek, "Adalet tek başına yargı değildir. Mağdurların tanınması, toplumsal itibara kavuşmaları, yaşananların resmen kabul edilmesi de adaletin parçalarıdır" ifadelerini kullandı.

Sancar konuşmasını şu sözlerle tamamladı: "Barışın kalıcı hale gelmesi için yüzleşme, hakikat ve adalet birbirinden kopamaz. Bazen ilk aşamada birlikte yürümeyebilirler ama art arda yürümek zorundadırlar. Yüzleşme olmadan adalet, adalet olmadan da barış kalıcı olamaz."

EREN: GERİDE KALANLAR TARİFSİZ BİR CEZAYLA BAŞ BAŞA BIRAKILDI
"Bir meydan bin hikaye: Cumartesi Annelerinin tanıklığı" başlıklı sunumuyla, kayıp yakını İkbal Eren'in konuşmasıyla panel devam etti.

"Cumartesi Anneleri'nin 30. yılındayız. Ya da kayıplar mücadelesinde 30 yılı geride bıraktık. Ama bu sadece görünen 30 yıl. Türkiye'de kaybetme politikası çok daha eskilere dayanıyor" diyen Eren, 12 Eylül askeri darbesi sonrası gözaltında kaybedilen abisinin ardından ailesinin yaşam rotasının tamamen değiştiğini belirtti.

"Gözaltında kaybetme benim için sevdiğim bir insanın devlet görevlileri tarafından alınıp bir daha geri gönderilmemesidir" diyen Eren, gözaltında kayıpların yalnızca yaşam hakkının değil, yargılanma ve gömülme hakkının da ihlali olduğunu vurguladı. Bu süreçte geride kalanların ise tarifsiz bir ceza ile baş başa bırakıldığını belirtti.

'OTURMA EYLEMİ, KAYIPLARIN ORTAK HİKAYESİNİ GÖRÜNÜR KILDI'
Eren, Türkiye'de uzun yıllar boyunca gözaltında kayıpların konuşulmadığını, kaybedilenlerin yakınlarının ise ya sustuğunu ya da susturulduğunu ifade ederek, "Ama bir gün devletin bu politikası Cumartesi Anneleri tarafından engellendi" dedi. 1995 yılında Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç'un cansız bedenlerinin bulunmasının ardından Galatasaray Meydanı'nda başlayan oturma eyleminin, kayıpların ortak hikayesini görünür kıldığını anlattı.

İkbal Eren, Galatasaray Meydanı'nda bir araya gelen kayıp yakınlarının zamanla birbirine yaslandığını, acılarını ortaklaştırdığını ve bu meydanın toplumsal hafızada önemli bir yer edindiğini vurguladı: "Her birimizin evindeki acı farklıydı. Ama oraya geldiğimizde gördük ki bu acı aslında ortaktı. Aynı şeyi farklı dillerden, dinlerden, kimliklerden insanlar yaşıyordu. Galatasaray Meydanı bizim için büyük bir aileye dönüştü."

'YASIMIZ HİÇ BİTMEDİ'
Cumartesi Anneleri'nin, yıllar boyunca sevdiklerinin akıbetini sormak, kemiklerine ulaşmak ve onlara uygun bir cenaze hakkı sağlamak için mücadele ettiğini belirten Eren, bu sürecin kendileri için hiç bitmeyen bir yas anlamına geldiğini söyledi: "Biz çocuklarımızı büyüttük, yaşamaya çalıştık ama hep bir yanımız eksikti. Yasımız hiç bitmedi. Bitmesi için onların akıbetini öğrenmemiz, kemiklerine ulaşmamız gerekiyor."

Eren, Galatasaray Meydanı'ndaki eylemlerin uzun yıllar boyunca barışçıl bir biçimde sürdüğünü ancak 700. haftada polisin sert müdahalesiyle karşılaştıklarını hatırlatarak, "Devlet kendi işlediği suçlarla yüzleşmek istemedi. Konuşulmasını istemedi. Cumartesi Anneleri, bu karanlık yüzü kamuoyuna taşıdı" ifadelerini kullandı.

'ADALET SAĞLANMADAN BİZ VAZGEÇMEYECEĞİZ'
İktidarların değişmesine rağmen devletin kayıplar politikasındaki sürekliliğe dikkat çeken Eren, Cumartesi Anneleri'nin mücadelesinin devletin unutturma politikasına karşı bir direniş olduğunu vurguladı. İkbal Eren, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: "Biz vazgeçmeyeceğiz. Sevdiklerimizin akıbeti açıklanmadan, failler yargılanmadan, adalet sağlanmadan biz vazgeçmeyeceğiz. Kaç yıl geçerse geçsin."