6 Haziran 2025 Cuma

Arzu Demir yazdı | Ortak bir gelecek için yüzleşme ve adalet

Halklar arasında eşit ve özgür bir ilişkinin kurulması, ortak bir geleceğin inşası için şart. Bunun için de elbette, daha önceki deneyimlerin de gösterdiği gibi, bir "Hakikat, Yüzleşme ve Adalet Komisyonu" gerekiyor. Ancak devletin insafına ve keyfine terk edilmemiş bir komisyon!

"Savaş Buldan katledildiği gün, ben bir kız çocuğu getirdim dünyaya. Zelal babasını görmeden açtı gözlerini. Helin babasını görmedi, çünkü 40 günlüktü. Enes babasına doymadı çünkü bir yaşındaydı. Şimdi biz bu acıları, bu geçmişi nasıl unutalım…"

Pervin Buldan, önceki gün hayat yoldaşı Savaş Buldan'ın mezarı başında bunları söylüyordu. 31 yıldır unutmadıkları bu "geçmiş"in tüm ağırlığını onlar yaşadı. Ancak bu geçmiş sayın Buldan'ın ve çocuklarının acı hatırası değil sadece.

Zaman hesabı görülmemiş, adaleti sağlanmamış, defteri kapatılmamış suçların sonuçlarını, acılarını eksiltmiyor.

Bu geçmiş, coğrafyanın ve halkların geçmişi. Ve onunla yüzleşilmediği, hesaplaşılmadığı sürece de "bugün" olmaya devam ediyor, kendini iktidarlar değişse de devletle sürdürüyor.

Halkların geçmişi, aynı zamanda bu devletin geçmişi. "Türkiye Cumhuriyeti" ilan edildiği günden bu yana, kendinden olmayana karşı işlenmiş suçlarla yüklü bir geçmişten bahsediyoruz. Kuruluşunda TKP'nin kurucu önderi Mustafa Suphi'nin de içinde olduğu komünistlerin katledilmesi var. Bu öyle bir katliamdır ki, komünistlerden geriye hiçbir şey kalmasın diye, Maria Suphi dışındaki komünistlerin bedenleri Karadeniz'in kara ve hırçın sularına atılmıştır. Yaşadığı tecavüzlerin, işkencelerin sonunda hayata veda eden Maria'nın da nereye gömüldüğü hala aydınlığa çıkmış değildir.

Alevi halkına yönelik katliamlar örneğin. Hesabı görülmemiştir ve tetikçiler değişse de fail aynıdır; devlettir. Sivas Katliamı davasında geçtiğimiz şubat ayında müebbet hapis cezası alan 17 kişi tahliye edildi, 6 kişi için daha tahliye başvurusu yapıldı. 3 kişi hakkındaki dava ise zamanaşımından kapatıldı. Devletin fail olduğu sayısız dava, zamanaşımıyla ortadan kaldırıldı.

Amin Maalouf, "Çivisi Çıkmış Dünya: Uygarlıklarımız Tükendiğinde" kitabında "Zamanaşımı, hukukçuların icat ettiği bir kavramdır; halkların belleğinde, zamanaşımı diye bir şey yoktur" diye bir gerçeğe işaret eder. Bu yüzden yıllardır, katliamın gerçekleştiği Madımak Oteli'nin, hafıza müzesi haline getirilmesi talebini iktidar kabul etmemiştir. 12 Eylül faşist darbecilerinin Kürt halkını teslim alma siyasetine karşı direnişin merkezi olan Diyarbakır 5 No'lu Hapishanesi'nin "utanç müzesi" haline dönüştürülmesi talebinin altında da, aynı amaç vardır; unutturmak.

Cumartesi Anneleri 30 yıldır, kayıplarını arıyor. Onların kaybedilmesinden sorumlu olan isimleri tek tek sayıyorlar ve cezalandırılmalarını istiyorlar. Erdoğan, başbakan görevinde olduğu 2011 yılının Şubat ayında, 12 kayıp yakınıyla görüştüğünde "Sizin sorununuz benim ve kabinemin sorunu" demişti. Ancak, hiç de öyle olmadı. O gün görüşmeye katılan kayıp yakınlarından Hediye Coşkun, Elmas Eren, Berfo Kırbayır, Zeycan Yedigöl kayıplarının akıbetini öğrenemeden aramızdan ayrıldıkları gibi, Galatasaray Meydanı hala "tutsak"!

Bu yıl Suruç katliamının 10. yıldönümü. SGDF'nin Kobanê için "Beraber savunduk, beraber inşa ediyoruz" çağrısına uyan devrimcilere yönelik olarak 20 Temmuz 2015 tarihinde Amara Kültür Merkezi'nin bahçesinde bir DAİŞ'linin gerçekleştirdiği saldırıda, 33 devrimciyi kaybettik. Aralarında birlikte mücadele ettiğim, aynı sofraya oturduğum, aynı şakaya güldüğüm, aynı acıya ağladığım, aynı horona, halaya durduğum gencecik insanlar, yoldaşlarım vardı. Onlarca genç de yaralandı. Hala katliamın genç bedenlerinde ve ruhlarında yarattığı hasarları taşıyorlar. Bu katliam da tıpkı 5 Haziran Amed, 10 Ekim Ankara ve DAİŞ çetelerinin gerçekleştirdiği diğer katliamlar gibi AKP-MHP iktidarının hesabını vermesi gereken suçlardan biridir. Çünkü faildir.

Faşist dinci DAİŞ çetesi 15 Eylül 2014 tarihinde Rojava devriminin kalbi Kobanê'ye saldırdığında, sınırların bu çetelere açıldığı televizyonların canlı yayın görüntülerine de yansımıştı. Yaralı çeteler, sınır kentlerindeki hastanelerde tedavi edildi. Canlı bomba yelekleri, yine Türkiye'deki kentlerde kurulan karargahlarda hazırlandı. Her türlü mali, siyasi, istihbari, askeri imkan bu cihatçı çetelere sunuldu. Wikileaks'in 2016 yılında yayınladığı belgeler, Erdoğan'ın damadı ve bir dönemin Enerji Bakanı Berat Albayrak'ın, şirketi Powertrans üzerinden DAİŞ çetesiyle ticaret yaptığını ortaya çıkmıştı. Bu belgeleri haberleştiren gazetecilere 15 Temmuz darbe girişiminin ardından operasyon yapılmış, bir ay gözaltında tutulmuşlardı.

Roboskî'de çocuklarının parçalanmış bedenlerini eteklerinde toplayan anneler, JİTEM'in cinayetlerinde yakınlarını kaybeden aileler de hala adalet bekliyor.

Türk devletinin hem kendisinin işlediği hem de bir devlet geleneği olarak devraldığı suçları o kadar çok ki. Örneğin Ermeni soykırımı. AKP-MHP iktidarı, insanlığa karşı işlenmiş en büyük suç olan soykırımı kabul etmedi ve bu ifade yasaklı bir kelime haline getirildi. Bu 15 Nisan'da da İHD'nin sokakta soykırıma karşı yapmak istediği eylem engellendi. Devlet soykırım gerçeğini kabul etmediği ve o büyük insanlık suçunun arkasında durduğu için Hrant Dink, Sevag Balıkçı hala sona ermemiş bir sürecin ürünü olarak katledildi.

Yüzleşme, hesaplaşma ve adalet!

Halklar arasında eşit ve özgür bir ilişkinin kurulması, ortak bir geleceğin inşası için şart. Bunun için de elbette, daha önceki deneyimlerin de gösterdiği gibi, bir "Hakikat, Yüzleşme ve Adalet Komisyonu" gerekiyor. Ancak devletin insafına ve keyfine terk edilmemiş bir komisyon!

Üstelik bu komisyon, sonranın değil bugünün bir ihtiyacı.