19 Temmuz 2025 Cumartesi

Pınar Gayıp yazdı | Suruç'un izinde hakikat arayışında

Bir devrime tanıklık etmenin heyecanıyla çıktığım yolda payıma bir katliamın tanığı olmak düştü. Patlama anından sonra yaşadığım ikilem gün gibi aklımda. Aydan'ın fotoğrafını mı çekecektim, yoksa onu yerden mi kaldıracaktım? Amara'nın bahçesini mi belgeleyecektim, yoksa araçları durdurup hastaneye mi yönlendirecektim? Öğrendiğim gazetecilik hem tarihi yazmayı hem de tarihin parçası olmayı salık verdi. Hem belgeledim, hem yardım çalışmasına katıldım.

Soluklandığımız ağaçların gölgesinde ayrı düştüğümüz bedenlerin arasından sıyrılalı 10 yıl oldu... Ve heyecanla adımladığımız o bahçeden, dizlerimiz titrerken çıktığımız günden bu yana hakikat, adalet ve yüzleşme mücadelemiz sürüyor. Müdanasız ve bir o kadar da cüretkar.

Suruç katliamının 10. yılı, aynı zamanda gazetecilik serüvenime ilk adım atışımın da 10. senesi. Rojava devriminin heyecanıyla barikat başında direndiğimiz, Gezi'nin isyanını taşıdığımız 7 Haziran zaferinin coşkusu henüz dinmemişken sosyalist gençlik bir kampanya başlattı. Tarih 2015'ti. Temmuzun ateşli günlerinde, mavilere yelken açmak yerine devrimin topraklarına gidilecekti. Tam da bugünlerde gazeteci olmaya karar vermiştim ve Kobanê'nin inşasında da gazeteci olarak yer almak istedim. Çünkü bildiğim gazetecilik yalnızca tarihi belgelemek değil, o tarihin parçası olmaktı.

Bir bayram sabahı, 19 Temmuz'da yola çıkarken, aldığım bu kararın hayatta kalmamın nedeni olacağını bilmiyordum. Basın açıklaması yapan kitlenin arasından çıkıp da basın kısmına geçmem sonucu yaşama devam ettim. Ve yine hakikat arayışçılığının ne denli önemli olacağını kavrayacağımın da farkında değildim.

Bir devrime tanıklık etmenin heyecanıyla çıktığım yolda payıma bir katliamın tanığı olmak düştü. Patlama anından sonra yaşadığım ikilem gün gibi aklımda. Aydan'ın fotoğrafını mı çekecektim, yoksa onu yerden mi kaldıracaktım? Amara'nın bahçesini mi belgeleyecektim, yoksa araçları durdurup hastaneye mi yönlendirecektim? Öğrendiğim gazetecilik hem tarihi yazmayı hem de tarihin parçası olmayı salık verdi. Hem belgeledim, hem yardım çalışmasına katıldım.

Bir yandan kulağım bahçedeki seslerdeydi, "Heval bize bırak, biz deneyimliyiz".

"Deneyimliyiz" sözcüğü bir yandan acıyı, bir yandan da acıyla yaşamayı anlatıyor. Çünkü, Suruç katliamı bu topraklarda ne ilk ne de tek. Faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar, işkenceli sorgular, sokak ortasında infazlar... Toplu mezarlardan, asit kuyularına yaşanan onca acının hakikat arayışının tam orta yeri. Dönemin gazetecileri bu hakikatleri defalarca ortaya çıkardı. Ancak Musa Anter, Metin Göktepe, Hrant Dink başta olmak üzere özgür basının yaratıcıları bu tarihin tam ortasında, içinde. Tarihin hem yazanı hem de değiştireni oldu hepsi de. 21. yüzyılın Stalingrad'ı Kobanê'yi özgürleştirmek, Rojava devrimini savunmak için Sibel Bulut, Îsam Abdullah, Necmeddin Faysal, Murad Mîrza, Gülistan Tara, Hero Bahadin, Nazım Daştan, Cihan Bilgin ve Egît Roj kanlarını devrimin topraklarına karıştırdı.

Suruç katliamının hemen ardından hakikat mücadelemiz başladı. Hakikat bilinmeliydi; çünkü bu katliam Gezi'nin çocuklarıyla emperyalistlerin saldırısına karşı topraklarını savunan devrimin çocuklarının yan yana gelmesinin önüne geçmek için gerçekleşti. Hakikat bilinmeliydi; çünkü bu katliam halkların birlikte yaşama, mücadele etme umuduna, iradesine yönelikti. Hakikat bilinmeliydi, çünkü bu katliam devlet, DAİŞ ve MİT ortaklığıyla yapıldı. Ve hakikat bilinmeliydi; çünkü sömürgeci devletlerin en bilindik özelliği hakikati maniple etmesidir. Kürdistan coğrafyasında yaşanan insanlık suçları karşısında adaletin sağlanmasının engellenmesi ve yüzleşmenin önüne geçmek için hakikatin çarptırıldığına defalarca tanıklık ettik. Birisini ise doğrudan yaşadık. Bir hakikat de şuydu; yıllardır sayısız acıya tanıklık eden Kürdistan coğrafyasında halklar Gezi'nin çocuklarına siper oldu. Ve gençlik örgütleri katliamın hemen ardından temelini attığı birleşik mücadeleyle bu saldırıyı boşa çıkardı.

Suruç katliamında ölümsüzleşmeseydi, şüphesiz Büşra Mete de hakikat arayışının peşinde Rojava siperlerine yüzünü dönecek ya da sınırın bu yakasında özyönetim direnişinde hakikati belgeleyecek, bir işçi direnişinden hayvan hakları mücadelesine, kadınların isyanından LGBTİ+'ların eylemine, doğa katliamına karşı yürüyüşlerin en önüne koşacaktı. Ezilenlerin mücadelesine kamerasıyla, kalemiyle omuz verecekti. 19 Mart isyanına kamerasıyla güç verecekti. Olmadı...

Bugünlerde bir kez daha tarihe tanıklık ediyoruz. Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat tarihli açıklamasının ardından yeni "süreç" başladı. Bu sürecin öne çıkan taleplerinden biri de hiç kuşkusuz hakikat, adalet ve yüzleşme talebidir. Çünkü halklarımız çok sayıda katliama, infaza, kaybetmelere, zulmün her türlüsüne maruz kaldı, tanıklık etti. Hele ki bu zulmü yaşayan ve adalet mücadelesi yürüten ailelerin biricik muradı hakikat ve yüzleşme. Ezilenlerin tarihinden de gayet iyi biliyoruz ki adalet ancak hakikat ve yüzleşmeyle, faillerin hesap vermesiyle geçekleşecek.

Tarihin bu sorumluluğuyla 10 yıldır Suruç için mahkeme salonlarından sokaklara adalet arayışını sürdürenlerin mücadelesine tanıklık ettim, içinde yer adım, belgeledim. Yılların acıya çare olduğunu değil de onunla yaşamayı öğrettiğini öğrendim. On yıldır sayısız haksızlık karşısında acıyı öfkeye, mücadeleye akıtanları gördüm. Bu yıl yazmak zordu, fakat "yazmasaydım ruhum kurur ve ölürdü". Bu benim 33 düş yolcusuna, adalet çığlığının duyulmasını bekleyen kadınlara, LGBTİ+'lara, işçilere, emekçilere, çocuklara, annelere ve adaletsizliğin pençesinde unutturulmak istenenlere karşı sorumluluğum. İnsan olmanın, devrimci olmanın, sosyalist bir gazeteci olmanın sorumluluğu; bugün yaşadıklarım yazmamı salık verdiği gibi, adalet mücadelesinden vazgeçmemeyi de anlatıyor.